Türkiye'den Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı'nın da üyesi olduğu uluslararası Oxfam Konfederasyonu'nun 'En Zenginlerin Yaşam Mücadelesi' raporu, Dünya Ekonomik Forumu toplantılarıyla eşzamanlı yayımlandı. Gördük ki, gelir dağılımındaki adaletsizlik dünyada da Türkiye'de de her geçen yıl daha da büyüyor. Zenginler, servetlerine servet katıyor, milyarlarca insan ise yoksulluğun pençesinde kıvranıyor.
Rapora göre, dünyanın en zengin yüzde 1'i, 2020 yılından bu yana üretilen 42 trilyon dolarlık yeni servetin neredeyse üçte ikisini ele geçirmiş gözüküyor. Bu da dünya nüfusunun yüzde 99'unun sahip olduğu servetin büyüklüğünün iki katı demek…
Geçim krizi ve pandemi süresince bu yüzde 1'lik zengin kesim, üretilen tüm yeni servetin yüzde 63'lük kısmına tekabül eden 26 trilyona sahip oldu, 16 trilyon dolar ise dünyanın geri kalanına dağıldı. Zenginliklerine zenginlik katan milyarderlerin serveti günde 2,7 milyar dolar arttı. Milyarderler sözkonusu zenginliklerini, artan gıda ve enerji karları sayesinde elde ettiler. Oysa dünyada her 10 kişiden biri açlıkla karşı karşıya ve bu açlığı en fazla yaşayan grup da kadınlar ve kız çocuklarından oluşuyor. Açlık ve yoksulluk en çok kadınları vuruyor.
Eşitsizlik Türkiye'de de büyüdü. Rapora göre, Türkiye'de en zengin 13 milyarderin serveti, nüfusun yarısının toplam servetinden daha fazla; yani en zengin yüzde 1'in serveti, en alttaki yüzde 90'ın servetinin 1,4 katı. Sözkonusu adaletsizliğin en çarpıcı verisi ise finans kurumlarının elde ettikleri yüksek kazançlar. Türkiye'de bankalar, yüzde 300-400'leri aşan bir karlılık elde ederken milyonlarca insan elektrik, doğalgaz, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.
Yüzbinlerce ailenin borcundan dolayı elektriği, doğalgazı kesik ve kiracılar başını sokacak bir ev bulamaz durumdalar. Özellikle büyük kentlerde barınma ihtiyacı, krizin de ötesine geçip, giderek derinleşen bir buhrana dönüşmüş gözüküyor; değil bir daire kiralamak artık tek bir oda bulmak dahi imkansız. Bir tarafta aylık kirası 50-60 bin lira olan rezidanslarda yaşayanlar diğer tarafta tek bir odanın bile kirasını ödeyemeyecek ölçüde fakirleşmiş milyonlarca insan var. Ücretli kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 9 azalırken sermayenin milli hasıladaki payının yüzde 10'un üzerinde artması bölüşüm sorunlarının yarattığı çarpıklığın apaçık delili.
Türkiye'de de dünyada da gelir dağılımı eşitsizliği, yoksulluk, açlık, sefalet elbette ki, hükümetlerin uyguladığı ekonomi politikalarından kaynaklanıyor. Öyle zannedildiği gibi Allah, zenginliği istediğine vermiyor, hükümetler istediklerini zengin ediyor. Nitekim, raporda en zenginlerden alınan gelir vergisinin son 40 yılda giderek düştüğü buna karşılık ürün ve hizmetlerden tahsil edilen verginin ise artırıldığı tespitleri yapılıyor. Kamucu politikaların terk edilmesi, en temel ihtiyaçların dahi vahşi piyasanın insafına bırakılması, sağlık ve eğitim imkanlarına erişimin yoksullar aleyhindeki değişimi, adaletsizliği besleyen unsurlar arasında bulunuyor.
Üstelik öngörüler gelecek açısından umut vaat etmiyor. Tam tersine, küresel eşitsizlik ve yoksullukta dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en kötü dönemi yaşayabileceği ifade ediliyor ve önümüzdeki beş yıl boyunca kamunun eğitim ve sağlık da dahil olmak üzere yaptığı kesintileri artıracağı öngörülüyor.