İstanbul’dan, Bolu’ya, Manisa’dan Adana’ya, Antalya’dan Muğla’ya, Eskişehir’den Sivas’a Türkiye alev alev yanıyor. Yangınlarda 16 yurttaşımızı kaybettik. Sadece cansiperhane biçimde yangını sördürmek isterken hayatlarını kaybedenler yok; cehennemin içinde kalan bütün canlar da kül oldu.
Medyaya yansıyan bazı kareler sanki bir korku filmindeymişiz duygusunu bıraktı bize. Göğü kaplamış alevler, olağanüstü çaba gösteren sıradan insanlar, birbirine karışan çığlıklar, ağlamalar… Yanacak bir yer kalmadığında sönen, dumanın çekilmesiyle de artık tüm yeşilini kaybetmiş ormanlarımız…
Yollara düşen traktörler, ellerinde damacanalarla yangını söndürmeye çalışanlar, köylerini terk etmek durumunda kalanların feryatları her birimizin yüreğini dağladı. Olağanüstü bir çaba gösterildiği konusunda hemfikiriz. Ancak gördüğümüz manzara bize kötü, liyakatsiz, planı programı sevmeyen insanların yönettiği bir ülkede herkesin büyük acılar içinde kaldığını gösteriyor. Çünkü o yangın günlerinde devleti çok az gördük biz.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Bu iktidarın yönettiği devlet, milletimizi de ormanlarımızı da güvende tutamıyor. Yaşadığımız kriz milletin yanında olmayan devletsizlik krizidir" derken elbette ki çok haklı. TİP Milletvekili Sera Kadıgil’in söyledikleri daha çarpıcı “Biz şu anda devleti olmayan bir halkız. Bu ülkede kimlerin devleti var? Bu ülkede kadın katillerinin devleti var. Bu ülkede otel patronlarının devleti var. Bu ülkede maden şirketlerinin devleti var. Bu ülkede özel hastane sahiplerinin devleti var. Tarikatlerin, cemaatlerin devleti var. Bu ülkede devlet olmayan kim? Biziz. Halk, işçiler, kadınlar, çocuklar, zeytin ağaçları, nehirler, ormanlar, bu ülkenin gerçek sahipleri. Ama bizim bir devletimiz yok”
Olsaydı; memleketin bütün dağları tepeleri, suları, madenleri, ormanları, meraları özel şirketlere peşkeş çekilmezdi. Diyanet gibi bir kuruma akıtılan milyarlardan, temsil ve ağırlama giderlerinden, şatafat ve güç gösterisi için harcanan paralardan daha fazlası yangınları önleme ve söndürme çalışmalarına ayrılırdı.
Memleket, yaşanacak bir depreme ne kadar hazırsa sel, yangın gibi afetler için de o kadar tedbirli. Yani aldırmıyor, tedbir almıyor, işi Allaha havale ediyor, başına gelen felaketleri de kader deyip geçiştiriyor.
Oysa Türkiye, bir deprem ülkesi olduğu kadar yangın, sel, heyelan gibi doğal afet risklerine de sahip… Ayrıca dünyada da Türkiye’de de iklim değişikliklerine bağlı olarak hem yangınların sayısında hem de yanan alan miktarlarında artış gözlemleniyor. Örneğin bugüne kadar Eskişehir, Sakarya, Bilecik gibi hiç yangın çıkmayan şehirlerde bile ormanlar kül oldu.
İktidar her zaman yaptığı gibi yaşanan felaketler karşısında sorumluluğu üzerinden atma çabası içine giriyor ve iki farklı propaganda ile algı oluşturma yoluna gidiyor. Birincisi işi sabotajcılara havale etmek diğeri de iklim değişiklerinden kaynaklı bir çaresizlik algısını yerleştirmek. Yangınlar sabotajdan da iklim değişikliklerinden de kaynaklanabilir. Esas ve sorgulanması gereken mesele, her yıl temmuz ağustos aylarında artan risklere karşı sizin nasıl bir önlem alabildiğinizdir. Afet yönetimi dediğin de hem baştan afete karşı önlem almak hem de yaşandığı sırada can ve mal kayıplarını en aza indirebilmektir.
Oysa her alanda olduğu gibi Türkiye, ormanlarını koruma, yangınları önleme ve söndürme çalışmalarında da başarısız.
Personel az olduğu gibi eğitimleri de tecrübeleri de yetersiz, orman işçilerinin, teorik ve pratik eğitim alabileceği herhangi bir merkez yok. Yangın söndürme çalışmalarına katılanların koruyucu ekipman ve maskeleri bulunmuyor, söndürme uçakları, helikopterleri istenilen sayıda değil. Yangın söndürme uçaklarının sayısını artırmak varken özel şirketlerden kiralama yoluna gidiliyor ve her yıl milyonlarca dolarlık bir bütçe heba oluyor.
Çarpıcı bir bilgi aktarayım: 2018 yılına dek orman köylüleri de yangınlara müdahalede görev alıyor ve 18 yaşını doldurmuş erkeklerin yasa gereği böyle bir görevleri bulunuyor. Ancak bu yasanın kaldırılmasıyla birlikte, orman yangınlarına müdahalede gönüllülük esası devreye giriyor. Aynı şekilde eskiden yangın söndürme çalışmalarına askerler katılırken bu da engelleniyor.
Yani devlet, adım adım bütün alanlardan çekiliyor, özel şirketlere bütçe aktaran bir organizmaya dönüşüyor. Nasıl ki eğitim, sağlık başta olmak üzere pek çok kamu hizmeti piyasalaştırıldıysa afet yönetimi de gönüllülük, sivil toplum, şirketlerden hizmet alma yöntemi ile yavaş yavaş devletin sorumluluk alanından çıkarılıyor.
İşte bu yüzden diyoruz ki, yangınlar politiktir.