Kendisini İslamcı feminist olarak tanımlayan, insan hakları savunucusu akademisyen Berrin Sönmez’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nın iki hafta önce verdiği hutbede Türkiye’nin Afganistanlaşması anlamında çok alamet belirdiğini fark edip, konuya dikkat çekmek amacıyla başını açması çok dikkat çekti.


Gerçi bugüne kadar türbanını çıkaranlar vardı ve bunlarla ilgili dizi yayınlar da diziler yapıldı. İslamcı/muhafazakar camianın özellikle gençlerinde yaşanan değişim dönüşüm gündeme geldi ama Berrin Sönmez gibi bir isim bunu yapınca etkisi yüksek oldu.
Çünkü sadece başını açan bir kadın sözkonusu değil; kadınların tüm kazanımlarının, laikliğin nasıl yok edildiğine ve sürecin daha da kötüleşeceğine dair kaygının giderek bir kabus olup üzerimize çökmesinden bahsediyoruz. Berrin Sönmez, belki çok açıkça ifade edemese de AKP iktidarının gündeme getireceği yeni yasal düzenlemelerden bir şekilde haberdar ve Türkiye’nin hızla Afganistanlaştırılmak istenildiğini görüyor; dolayısıyla en az başı açık kadınlar kadar ürperiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın örtünmeyle ilgili hutbesinde "başörtüsü dayatması" olarak yorumlanan şu ifade bulunuyor:

"Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır. Çünkü neslimizin iffetini, edebini ve ahlakını korumak hepimizin ortak sorumluluğudur."

Sönmez, özellikle “kurumsal özelliği olan mekanlarda” ifadesine vurgu yapıyor, devlet dairelerinde örtünmenin bir zorunluluğa dönüşebileceği endişesini paylaşıyor. Sönmez, “Kurumsal yapılardan kasıt kamu kurumları olsa gerek diye düşünüyorum. Ve yıllardır içimizi saran endişeyi, zorunlu başörtüsü ihtimalini güçlendiren bir işaret fişeği olarak görüyorum bu cümleyi.” diyor.
Ayrıca söyleşilerinde başı açık bazı kadınların işe alınmadığını, onların bürokrasideki yükselişlerinde türban takmamanın engel oluşturduğunu, bizzat kendi deneyimleri üzerinden aktarıyor.

Sönmez’in çıkışı önemli. Diyanet’i protesto dindar bir mahalleden geldiği için ayrıca kıymetli kuşkusuz. Böylece, “endişeli modernlerin”, laikliğin tehlikede olduğunu söyleyenlerin, gücün tahkim edilmesi durumunda başörtüsü zorunluluğu getirilebileceğini ifade edenlerin yıllarca küçümsenen kaygılarının pek de yersiz olmadığı anlaşıldı. Siyasal İslamcıların gizli ajandalarının bulunduğu iddiasının da bir paranoyadan ibaret olmadığı görüldü.

Bugün 6-7 bakanlığın bütçesi kadar bir ödeneğin tahsis edildiği Diyanet İşleri Başkanlığı, devasa yapısıyla devlet içinde devlet gibi. İktidarın ideolojik aygıtı konumunda ve bir misyoner teşkilatı gibi çalışıyor; bütün topluma yaşam tarzı dayatmasında bulunuyor. Amaç, devlet ve toplum düzeninin dinsel kurallara dayandırılması; yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asır önce son verdiği teokratik anlayışın yeniden hakim kılınması…

İktidar, bu konuda ilginç bir taktik izliyor; kamuoyunu irkiltmemek için adım adım ilerliyor; değişim ve dönüşümü yavaş yavaş, toplumun direnç noktalarını kırarak, fiili olarak hayata geçiriyor. Yani kurbağa sendromu… Kaynar suya atıldığında birden sıçrayarak kendini kurtaracak kurbağa, yavaş yavaş ısıtılan suyun içinde ölüyor.
İktidar da kuralları ve mekanizmalarıyla o çok arzuladığı dinsel düzeni inşa ederken adını söylemekten de özenle kaçınıyor. Yeni anayasa hazırlıklarının bu adın ilan edileceği bir hamle olacağını kabul etmek gerekiyor artık. Çünkü kamuoyuna yansımış veya gizli biçimde sürdürülen çalışmalar var ve ister başı açık olsun isterse kapalı, kadınların bugüne kadar Cumhuriyet sayesinde elde ettikleri kazanımları tehlikede…

Onun içindir ki Berrin Sönmez; meselenin kendisinin başını açmasından ibaret olmadığını söylüyor ve şöyle diyor:
“İtiraz edersek, mücadele edersek, Diyanet’in ruhbanlık makamına dönüşmesini, MEB’in nesillerimizin zihniyetini dönüştürmesini önlersek yapmak isterler ama başaramazlar. Bu soruları “başını açmak istiyorsan açsaydın, karışan olmazdı ama bu konuya girmeseydin” diyenlere yöneltiyorum.”