Gerçekten de sıkıldık, fena halde bunaldık, çok daraldık, kıstırıldık. Bu nobranlık, bu hoyratlık, bu ceberutluk bizi diri diri toprağa gömüyor. Nefes alamıyoruz. Duydunuz mu? Nefes alamıyoruz.
Her gün yaratılan gerilim, her dakika bir yerlere yapılan operasyonlar, devlet idaresindeki keyfilik, ne olduğunu anlamadığımız, anlasak bile değiştirmeye gücümüzün yetmediği, ince hesaplara dayalı yasal düzenlemeler… Birinin tartışması bitmeden diğeri başlıyor. Bir bulmacayı çözmeye çalışırken bir başka bulmaca önümüze konuyor. Mesele şu:
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Teklifi”nin 11 maddesi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Milyonlarca insanın hayatını derinden etkileyebilecek bir düzenleme sessiz sedasız geçiyor. Her zaman olduğu gibi meslek odalarının uyarı niteliğindeki mesajları duyulmuyor bile. Rant düzeni tıkır tıkır işlerken, canının derdine düşmüş olan halk ne olduğunu ancak kapısı çalındığında fark edecek.
Düzenlemenin en sorunlu kısımlarından birisi “rezerv yapı alanı” tarifiyle ilgili... Kent merkezlerindeki mülkiyet sahiplerinin daha uzak yerlere gönderilmesine böylece mülkiyetin transferine, mülksüzleşmeye ve demografik yapının değişmesine vesile olabilecek düzenlemeye göre, halihazırda afet riski binalarla sınırlı olan el koyma süreci hiçbir risk barındırmayan binaları da kapsayacak.
Eğer ki siyasi akrabalığı bulunan bir müteahhit Esat semtindeki evinizi beğenmişse bürokratik ilişkilerini kullanarak sizin mülkünüzü rezerv yapı alanı ilan ettirebilir. Bu sadece bir ev değil aynı zamanda siyasi açıdan demografisinin değiştirilmesinde yarar umulan bir bölge de olabilir. Rezerv alan ilan edildiğinde bir ev ya da bir bölge boşaltılabilir ve yeni bina yapılmak üzere müteahhitlere verilebilir. Bu alanlarda evi ya da işleri bulunanlar bu durumda başka bölgelere nakledilecekler.
Mevcut durumda bile değer kazanmış merkezlerde gayrimenkulü bulunanların daha uzak yerlere atıldığını bilmiyor değiliz. Şimdi bu öteleme işlemi çok daha kolay, itirazı zor biçimde hızlı ve yaygın şekilde uygulanacak. Çünkü, kamulaştırma işlemine üçte iki çoğunlukla karar verilebilirken şimdi 50+1 şartı yeterli olacak. Düzenlemenin gayrimenkul sahiplerinin aleyhine daha pek çok hükmü bulunuyor.
Mülkiyet in el değiştirmesiyle sonuçlanacağı aşikar olan bu düzenlemede iyi niyet aramak beyhude bir çaba. Başka bir üretim yapılamadığı, ekonomiye nitelik kazandırılamadığı için yine betondan medet umuluyor. Ne kadar çok imar rantı oluşursa müteahhit lobisi, onun siyasi ve bürokratik ağları da o kadar zenginleşiyor. Sonuç, betona gömülmüş taşlaşmış hayatlar, tahrip olan çevre, sağlıksız kentler, çirkin, insanın üstüne üstüne gelen estetik yoksunu çirkin binalar, kitlesel yoksullaşma, mülksüzleşme, barınma sorunu ve daha neler neler…
Tolga Şardan gazetecidir
“Türkiye Yüzyılı”na aksiyoner bir başlangıç yaptık ve izlediğimiz fragman, bir korku filmini akla getiriyor. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girdiğimizin ertesinde önce bir öğretmen Cumhuriyet kutlaması nedeniyle yaptığı konuşma yüzünden gözaltına alındı, bu arada Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la ilgili kararı uygulanmadı, eski milletvekili Hüda Kaya ve gazeteci Tolga Şardan tutuklandı.
Hepi topu hepsi birkaç saatlik zaman diliminde yaşandı. Tolga Şardan, Ankara basınının yüz akı isimlerindendir, başarılı bir gazetecidir ve 31 yıllık meslek yaşamı bunun kanıtıdır. Yazdığı bir haber nedeniyle tutuklanmasının da hiçbir şekilde izahı yoktur. Değerli meslektaşıma geçmiş olsun diyor, tez zamanda özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.