Önceki yazımızda Cumhuriyetin kuruluşu aşamasında Mustafa Kemal (Atatürk) önderliğinde Mareşal Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet Paşa tarafından kurulan üçlü yönetimin 1937 yılına gelindiğinde Atatürk’ün hastalığının ilerlemesi sonucunda bozulduğunu söylemiştik...

1937 yılında Atatürk tarafından başbakanlığa getirilen Celal Bayar, bu dönemde Cumhurbaşkanlığı konusunda en büyük rakibi olan İnönü’ye karşı ordunun başında bulunan Fevzi Çakmak’ın desteğini kazanmak amacıyla çeşitli girişimler yapmış, ancak bu girişimler Çakmak’ın Osmanlı’nın son Harbiye Nazırı olarak görev yaptığı dönemde yardımcılığını yapan İsmet İnönü’yü tercih etmesini engelleyememişti...

Böylece “yeni rejim”de Mareşal Fevzi Çakmak ordu üzerindeki nüfuzunu korurken, İnönü, hem Cumhurbaşkanı hem de “Ebedi Şef” unvanıyla devlet yönetiminin başına geçmişti.

***

Cumhuriyetin içine girdiği bu yeni aşama, bürokratik özellikler taşıyan bir rejimin “kastlaşma” dönemi olarak adlandırılabilir...

Bu rejim, bürokratik niteliğini güçlendirmek amacıyla “devletçilik” geleneğini sürdürerek toprak ağaları ve liberal büyük burjuvazinin tepkilerini üzerine çekmiş, bu tepkiler karşısında toplumun büyük bir bölümünü oluşturan köylülüğü kazanmak için toprak reformu başta olmak üzere bazı girişimlerde bulunmuştur...

Ancak bu girişimler köylülerin toprak ağaları ve kasabaların tefeci tüccar zümrelerine geleneksel bağımlılığı karşısında amacına ulaşamamış, toprak reformu yasası TBMM’den geçirildiği halde uygulanamamış, bu girişimin bir parçası olarak açılan Köy Enstitüleri bir bir kapatılmıştır.

***

Bu dönemin bir başka özelliği ise İkinci Dünya Savaşı sırasında izlenen çelişkili politikalardır...

Savaşın başlangıcında Alman ordularının üst üste kazandığı zaferler Türkiye’de milliyetçiliği ırkçı bir biçimde yorumlayan kesimlerin canlanmasına ve etkili olmasına yol açmıştır. Mareşal Fevzi Çakmak’tan destek alan bu kesim Nazi Almanyasının Rusya’ya karşı savaşa girdiği dönemin başlarında Alman ordusu tarafından kitlesel halde teslim alınan Rus ordusundaki esir Türkleri Orta Asya’daki Türk topluluklarını “esaretten kurtarmak” amacıyla oluşturulacak birliklerin nüvesi olarak kullanma hevesine kapılmıştır. Bu amaçla Alman ordusu ile ortak bazı girişimler yapılmış, bu girişimlerde Birinci Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa’nın Pan-Türkizm hayallerine ortak olan bazı eski İttihatçılar da rol almıştır...

Ne var ki savaşın Almanya aleyhine dönmesiyle birlikte İnönü hükümeti, bu girişimlere son vermiş, Mareşal Fevzi Çakmak görevinden alınmıştır. Bütün bu yalpalamalara karşın İnönü rejimi Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı dışında tutmayı başarmıştır.

***

İnönü’nün cumhurbaşkanlığı dönemi, tarihsel olarak bakıldığında “Kemalizm”in devrimci demokratik atılımının son bulduğu, oluşturulan bürokratik otoriter rejimin faşist diktatörlüklerden esinlenen politikalara yöneldiği, Sovyetler Birliği ile dostluk politikasının önce Nazi Almanyası ile yakınlaşmaya, sonra da ABD ve İngiltere ile uzlaşmaya çevrildiği bir dönem olmuştur...

Kemalist Devrimin atılımının sona ermesiyle girilen bu gerileme süreci sonunda rejimin tek partisi olan CHP içinde ABD ile anlaşarak Türkiye’yi Batı Blokunun bir parçası haline getirmek isteyen kesimler güçlenmiştir...

Bu kesimler savaşın sona ermesinin ardından CHP’de koparak Demokrat Partiyi kurmuşlar ve 1950 seçimlerinde iktidara gelmişlerdir.

***

Bu iktidar değişikliğiyle Cumhuriyetimizin yaşamında üçüncü bir dönem başlamıştır...

Bu dönemin en önemli özelliği Türkiye’nin soğuk savaş döneminde ABD kampının öncü güçlerinden biri haline gelmiş olmasıdır...

Kore Savaşına katılma kararıyla başlayan bu dönem Türkiye’nin NATO’ya katılımıyla devam etmiş, sonunda ABD’nin desteğiyle Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında, Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'da nüfuzunu kırmaya yönelik Bağdat Paktı’nın (sonradan CENTO) üyesi olmuştur. Böylece Türkiye, Batı Blokunun politikalarına eklemlenmekle kalmamış, ABD ve Batı Blokunun Ortadoğu’daki politikalarını uygulama konusunda öncülüğü üstlenmiştir.

(Devam edecek)