İktidarın anayasayı, yasaları tanımaz tavrının en son örneklerinden biri Gazeteci Merdan Yanardağ’ın tutuklanması ve Tele1’e kayyım atanması oldu. Öyle ki, daha Merdan Yanardağ hakkında tutuklama kararı verilmeden çok önce kanala el konuldu. Nereden bakarsanız bakın, hiçbir hukuki dayanağı olmayan ancak siyasi garezlikle açıklanabilecek bir durumla karşı karşıyayız.


Şu anda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yönetimine giren şirketlerin sayısı 1000’e ulaşmış durumda ve Tele1 de bunlardan biri… Yapılan işlem, tamamen muhalif bir kanalın sesini kesmeye yönelik siyasi tutumun yansıması… Son yıllarda el koyma işlemlerinin çok sıradan hale geldiği de malum.
El koyma, yani müsadere bizim tarihimizde Tanzimat dönemine kadar uygulanan bir yöntemdi. Osmanlı’da haksız kazanç elde ettiği düşünülen yönetici elitin mülkleri müsadere edilerek devlet gelirlerinin artırılması yoluna gidildiği gibi merkezi otoriteye rakip olabilecek güçlerin etkilerinin kırılması, isyan, yağma, rüşvet gibi suçların cezalandırılması için de müsadereye başvuruluyordu.
Müsadere, padişahın, kendisi için tehlike oluşturabilecek kişiler üzerinde sallandırdığı bir kılıç işlevini görüyordu. Bu uygulama, II. Mahmut tarafından kaldırıldı ve mülkiyete güvence getirildi.
Ancak, minareyi çalana kılıf bulmak pek de zor değildi ve vakıf kurmak bunlardan biriydi. Osmanlı yöneticileri mülkiyet haklarına sahip olmadıkları ve müsadere tehlikesi ile karşı karşıya oldukları için elde ettikleri zenginliği vakfetme yoluyla güvence altına alıyorlardı. Vakfedilmiş mülkiyet Allah’ın mülkiyetine geçmiş kabul ediliyordu; çünkü bir mülkün Allah’ın mülkü olabilmesi için öncesinde özel mülk olması bir zorunluluktu.
Bir kez vakıf kurduysan artık ona kolay kolay devlet dokunamaz ve vakıf mülkü de babadan oğula geçer dururdu. Vakıflara vergi muafiyeti tanındığı gibi sağladıkları hizmetler karşılığında devletten gelir elde etme imkanı da verilmişti. Her bir vakfın kuruluş amacı daha başından itibaren belli olduğundan amacının dışında faaliyet gösteremeyeceği hükme bağlanıyordu.
Örneğin, hastalara sağlık hizmeti vermek üzere vakıf kurulmuşsa bu yönde çalışma yapması gerekmektedir. Yollar, şifahaneler, çeşmeler, sosyal yardımlar, bayındırlık çalışmaları vs hep bu vakıfların eseridir.
Kuşkusuz ki seçkin kişilerin prestij elde etmek, gerçekten de insanlara hizmet sunmak gibi daha kabul edilebilir gerekçeleri olma ihtimali bulunsa da özünde vakıf sistemi, özel mülkiyeti devlete karşı korumanın bir yoludur.
Bu nedenle, Osmanlı yönetici sınıfı tarafından akla hayale gelmeyecek alanlar da dahil olmak üzere binlerce vakıf kurulmuştur ve Osmanlı’nın bir vakıf medeniyetine sahip olduğundan hareketle hep gurur duyulmuştur.
16. yüzyılın ortalarında sadece İstanbul’da 2500 vakıf bulunduğuna dair veriler hatırlanırsa vakıfların ne kadar yaygın olduğu konusunda fikir edinebiliriz. Vakıfların konumu Tanzimat döneminde müsaderenin kaldırılması ve Cumhuriyet döneminde çıkarılan Medeni Kanun ile birlikte sarsılsa da vakıflaşma yöntemi halen kullanılmaktadır.
Çok tuhaf bir duygu… Sanki bir döngüyü tamamlar gibiyiz.
Yine otoriter bir yönetim, hazine tamtakır ve yine müsadere usulü devrede…