Son yüzyılın kırılma noktasındayız; ya bir asrın birikiminin, kazançlarının kıymetini bilerek ve onu ilerleterek demokratik zeminin genişletilmesini tercih edeceğiz ya da dinci otoriter bir rejimle 300-400 yıl geriye gideceğiz. 14 Mayıs tarihi bu kadar hayat memat meselesi haline gelmişken, toplumda güçlü bir değişim arzusu ve iradesi ete kemiğe bürünmüşken kişisel hırslarına, egolarına yenik düşenlerin sergiledikleri tavır çok ibret verici. İkbal beklentisiyle Türkiye'nin içinde bulunduğu açmazları dikkate almayıp mevcut düzenin devamına doğrudan veya dolaylı biçimde katkıda bulunacak kişi kim olursa olsun kendisini ağır bedel ödemekten kurtaramayacaktır.
Toplumun farklı kesimlerini temsil eden partilerin tarihi bir uzlaşma sağlayarak ortaya çıkardığı siyasi irade hiç küçümsenmemeli. Türkiye'nin geleceği açısından büyük bir kıymet taşıyan uzlaşma ile bu garabet sistemden kurtulmak gibi tarihi bir fırsat yakalanmış durumda. Cumhur İttifakı ise kaybedeceğinin farkında olduğundan kazanmak için her tür yolu deniyor ve stratejisini seçimi ikinci tura bıraktırma üzerine kurmuş gözüküyor.
Bu noktada Sinan Oğan ve Muharrem İnce'nin 100 bin oy sayısına zorlanarak ulaşmaları ve aday çıkmaları, Erdoğan'a atılan cansimidi oldu. Özellikle Muharrem İnce'nin bir önceki seçimde kendisini aday gösteren eski partisi CHP'ye muhalefeti öne çıkarması ve yüzde 30'lara varan bir oyu alarak ikinci tura kalacağını düşünmesi tam bir hayalperestlik. İnce, sosyal medyada trollerin verdiği stratejik coşkuyu samimi bir destek gibi yorumlayabilir ama yanıldığını sandıklar açıldığında göreceğiz.
Türkiye'nin, tek bir oyun dahi boşa gitmesine tahammülü yoktur ve ikinci tur sürecinde nasıl bir kaotik durumun yaşanacağı konusu ciddi soru işaretleri barındırıyor.
Adaylığında ısrar eden İnce'nin hırsını dizginleyemediği ve tam bir akıl tutulması yaşadığı aşikar. Türkiye'nin geleceğini karartacak bir gözü karalıkta dolu dizgin gidiyor gitmesine ama ona birilerinin yakın tarihten küçük hatırlatmalar yapması da elzem. Örneklerimiz Ankara ve İstanbul'dan…
1994 mahalli idareler seçiminde İstanbul'da merkez sağ ve merkez sol partiler birbiriyle yarışırken aradan sıyrılan Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın, seçimi kazandığı hatırlanacaktır. Erdoğan bu başarısını merkez sol ve merkez sağ siyasetlerdeki bölünmeye borçluydu.
ANAP'ın adayı İlhan Kesici, DYP'nin adayı Bedrettin Dalan, SHP'nin adayı Zülfü Livaneli, DSP'nin adayı Necdet Özkan idi. Yeniden açılan CHP'nin adayı ise Ertuğrul Günay idi. Anketlere bakılırsa yarışın favorileri İlhan Kesici, Bedrettin Dalan ve Zülfü Livaneli'ydi. Bu üç isimden birinin kazanacağı varsayılıyordu. Seçimler sonuçlandığında Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25.19 oyla ilk sırada yer aldı. İkinci sırada yüzde 22.14 ile İlhan Kesici yer alırken, onu sırasıyla yüzde 20.30 oyla Zülfü Livaneli, yüzde 15.45 ile Bedrettin Dalan, yüzde 12.38 ile Necdet Özkan izledi.
1999 yılındaki seçimlerde ise RP'nin devamı olan Fazilet Partisi adayı Ali Müfit Gürtuna yüzde 27,52 oy alarak ipi göğüsledi. DSP adayı Zekeriya Temizel yüzde 20, CHP adayı Adnan Polat ise yüzde 13.91 oy aldı. ANAP'ın oyu da yüzde 22,38 idi.
Benzer siyasi tablo Ankara'da da ortaya çıktı. 1994 seçimlerinde Refah Partisi'nin adayı olan Melih Gökçek yüzde 27,34 oy alarak belediye başkanı seçildi. SHP adayı Korel Göymen yüzde 26,89, DSP adayı Ömer Faruk Sırakaya yüzde 7,76 CHP'nin adayı Ali Dinçer yüzde 2.09 ol aldı. Gökçek, seçimi oyların çalındığı iddialarının gölgesinde kılpayı denilen bir durumla ancak alabildi.
1999 yılında da yine oylar bölündü. Fazilet Partisi'nin adayı Gökçek yüzde 33 ile desteğini artırmış vaziyette yoluna devam etti. Solun oyları ise dağıldı. CHP adayı Murat Karayalçın yüzde 31,95, DSP adayı Doğan Taşdelen yüzde 10,58'lik oy aldı. Doğan Taşdelen'in kişisel ihtirası göz göre göre bir seçimin kaybedilmesine neden olmuştu. Sonrası malum. Bir daha da büyükşehirler kazanılamadı; ta ki 25 yıl sonra CHP ve İYİ Parti arasında kazanma odaklı bir seçim stratejisi kuruluncaya kadar…
Birileri, bu seçim sonuçlarını hırstan gözü dönmüş Muharrem İnce'nin önüne koymalı. Aksi takdirde İnce sokağa dahi çıkamaz hale geleceği gibi Türkiye de çok ağır bedeller ödeyecektir.
Badel harab'ül Basra olduktan sonra pişmanlıkların faydası yoktur.