“Terörsüz Türkiye” sloganıyla bir yılı aşkın süredir devam ettirilen görüşmeler sonunda PKK’nin feshedildiğinin açıklanması ve Süleymaniye’de düzenlenen sembolik silah bırakma seremonisinin ardından gözler Erdoğan’ın ne söyleyeceğine çevrilmişti. Erdoğan, partisinin 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda siyasi hayatı boyunca uğruna mücadele ettiği ümmet projesini bir kez daha tekrarladı.
“Çok önemli açıklamalar olacak” denilerek kamuoyunun adeta teyakkuza geçirildiği Cumartesi günü merakla beklenen konuşmasını yapan Erdoğan, hayallerini süsleyen Neo Osmanlıcı siyasetini ve halifelik arzusunu duyurdu.
Bu konuşmada öncelikle tespit etmemiz gereken şey, Erdoğan’ın bugüne kadar temkinli davrandığı “terörsüz Türkiye” sürecini doğrudan sahiplenmesi oldu. Bu, süreçle ilgili Erdoğan’ın risk algısının değiştiği, taraflar arasındaki uzlaşmaların da belli bir aşamaya ulaştığı şeklinde yorumlanabilir. Nitekim, kendisi "Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik. Artık yumruk sıkmaya gerek yok. Bize bir adım atana biz koşarız. Ama sular tersine akarsa da gerekeni yaparız" dedi.
Barışla ilgili konuşurken bile DEM’e tehdit, onu hizaya getirme, diz çöktürme, ayar verme hali var ki aşina olduğumuz Erdoğan tarzıyla gayet uyumlu. Ama aynı Erdoğan, MHP ve DEM Parti ile birlikte yürüyeceklerini belirterek de hem Cumhur İttifakı’na yeni bir ortak kazandırıyor hem de DEM’i muhalefet bloğundan kopartarak CHP’yi yalnızlaştırıyor. Siyasal arenaya adeta pimi çekilmiş bomba atarak DEM içindeki ve dışındaki tartışmaları tetikleme taktiğini izliyor.
Her ne kadar İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan, tartışmalara neden olan bu sözlerle ilgili "Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalı" şeklinde açıklama yapsa da şeffaf yürütülmediği için pek çok kuşku ve kırılganlığı içinde barındıran süreçle ilgili ne kadar ikna edici olacağı tartışmalı... Buldan, bu söze şerh koyuyor ancak konuşmayı genel olarak olumlu bulduğunu belirtmeyi de ihmal etmiyor. Ayrıca, mevcut konumundan hareketle DEM’in üstünde artık Öcalan’ın etkisinin arttığını, yeniden yapılanma ve siyasi çizgi değişikliği ile PKK’nin yasal bir aktöre dönüşmüş olacağını ve Öcalan’ın iradesine teslim edileceğini söylemek mümkün.
Konuşmanın esas önem arz eden diğer kısmı, Yeni Osmanlıcı hayallere yapılan atıflar olsa gerek. Erdoğan, sayısız kere “Türk-Kürt-Arap ittifakı”na vurgu yaptı, “Malazgirt ruhundan”, “Kudüs ittifakı”ndan, “İstiklal Savaşı’nın nüvesinden” bahsetti. “İstiklal Savaşı nüvesi” dedi; çünkü Cumhuriyet’le de Atatürk’le de bir bağ kurmak istemiyor.
Aslında Erdoğan, Malazgirt ruhundan, Kudüs ittifakından ilk defa söz etmiş değil, benzer konuşmaları çokça yaptı. Ancak Öcalan’la anlaşmanın sağlandığı konjonktürde bu söylem başka bir anlam kazandı. “Bizler, yani Türkler, Kürtler, Araplar ittifak yaptığımızda atlarımızın rüzgârı Çin Denizi'nden Adriyatik'e serin esintiler yaydı” diyerek adeta birlikte fethe çıktı..
Sıraladığı tüm ittifaklar İslam kardeşliği, daha doğru tanımlamayla Sünnilik esasına dayandığı için, din temelli yeni bir devlet inşa etmeye dönük perspektifini de bir kez daha duyurmuş oldu. Yani,bize bir vizyon belgesi sundu. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in aslında yıkıldığını artık ümmet devrinin başladığını ifade etti. Kurmayı düşündüğü yeni devletin niteliği hakkında bilgi vermekle kalmadı, emperyal bölgesel tasarımını da aktardı. Bu, bir imparatorluk… İktidara yakın isimlerin adlandırmasıyla “Türkiye İmparatorluğu”... Erdoğan imparator, padişah, aynı zamanda halife ve ümmetin lideri…
Ümmeti oluşturanlar sadece Diyarbakır’daki Kürt’ten, Siirt’teki Arap’tan, İstanbul’daki Türk’ten ibaret değil. Sınırları, Suriye’ye, Irak’a kadar uzanıyor. Sadece Türklerin değil, Kürtlerin de Arapların da hamiliğine soyunarak halifelik özlemlerini hissettiriyor. Şu cümleleri bu bakımdan dikkat çekici:
“Sadece Kürt vatandaşlarımızın değil, Irak ve Suriye'deki Kürt kardeşimin meselesi de bizim meselemizdir. Onlarla bu süreci görüşüyoruz, onlar da çok mutlu. Suriye hükümeti ve uluslararası ortaklarımızla çalışmayı sürdürüyoruz. Orada da terör defterinin kapanacağına, kardeşliğin kazanacağına yürekten inanıyorum”
Bu durumda; ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın, “Türkiye için en iyi olan Osmanlı milletler sistemidir” demesi boşuna değil. Demek ki ümmetçiliğe dayanan, anayasal vatandaşlık, özgürlük, demokrasi, yargı bağımsızlığı, eşitlik, kuvvetler ayrılığı gibi kavramları reddeden dinsel bir Türkiye tasarımı var. Bu tasarım, dışarıda Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet ettiği gibi içeride de Erdoğan iktidarının bekasını sağlamaya dönük…
Tam bir Ortadoğu ülkesi hayal ediliyor. Zaten ABD’deki iki kongre üyesinin Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olarak yeniden sınıflandırılması için yasa tasarısı sunduğu anımsanacaktır. Tasarı, Türkiye'nin ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Avrupa ve Avrasya Bürosu'ndan (EUR) Yakın Doğu Bürosu'na (NEA) taşınmasını öngörüyor. Böylece Türkiye'nin diplomatik statüsü İran, Suriye ve Libya ile aynı bölgede tanımlanacak. Gerekçe de "Türkiye'nin Orta Doğu'ya yöneldiği ve artık Avrupa ile ilişkilerine öncelik vermediği" şeklinde ifade ediliyor.
İçerdeki ve dışarıdaki müttefikleri ile Erdoğan, Türkiye’yi Ortadoğululaştırma hamleleri yapıyor.. Sandığın anlamsızlaştığı, demokrasinin olmadığı ve muhalefetin Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içinde kaldığı bir ülke bu…Bu artık hiçbir tevil, hiçbir tefsir gerektirmiyor.
Türkiye’nin dinamikleri bu hayali kaldırır mı ve maliyeti ne olur?
İşte orası meçhul… Artık çok tehlikeli bir dönemeçteyiz.
Erdoğan’ın ümmet hayalleri
Kelime ATA
Yorumlar