Her yeni yıl geldiğinde yurdum Müslümanları, bir telaş ve 'din elden gidiyor' paniği ile sokağa dalıyor. Cübbeyi giyip sarığı başına dolayan, eline tespihi alan ortalığa düşüp, tekel büfesi, restoran ziyaret ediyor, meydanlarda daha İslami bir hayat yaşanmasını öğütleyen bildiriler dağıtıyor. Dahil oldukları tarikat ve cemaatlere aidiyeti gösteren değişik renk ve tarzdaki kıyafetleriyle, kendilerine göre, batılı yaşam tarzlarıyla sonuna kadar günaha batmış olduğunu düşündükleri insanları doğru (!) yola çağıran bu zevat, artık yılbaşı klasikleri arasına girdi.

Birkaç gün önce sosyal medyaya düşen videoların birinde, tekel büfesine giren tebliğciler, dükkan sahibinin '6 yaşındaki kıza nikah kıyılmasının doğru olup olmadığına dair' güncel sorusu karşısında söyleyecek söz bulamayıp hemen kaçıyorlardı.

İzmir'de yaşandığı anlaşılan bir başka kayıtta ise artık Türkiye'nin her yerinin zapt edildiği hissini yaşayan ve İzmir'i nefes alacak bir şehir olarak gören genç bir kızın 'Burası İzmir, burada şeriat propagandası yapamazsın' sözlerinde ifadesini bulan öfke, boğucu dinsel iklim karşısında köşeye sıkışmışlığın dışavurumuydu.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın her yıl camilerde okunmasını istediği konuyla ilgili hutbeler de klasikleşti. Bu yıl da Diyanet, hutbede yeni yıl kutlamalarının ve piyango gibi şans oyunlarının haram olduğunu bildirdi. Hutbede, 'Unutmayalım ki hiçbir millet bir başka toplumun değerleriyle yükselemez. Kültürüne yabancılaşan bir toplum, medeniyet inşa edemez' ifadeleri yer aldı.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da yine bugünlerde muhafazakar dünyanın gelişmiş batı karşısında yaşadığı aşağılık kompleksini hamasetle gizleme yoluna gitti ve 'Batının ilmi faydadan çok zarar veriyor' deyiverdi. Kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş. Erbaş'ın halet-i ruhiyesi de öyle. Kendi gerçekleriyle bir türlü yüzleşemeyen İslam aleminin ezik, yetersiz halini Mars gezegeninde hayat arayan batıyı kötüleyerek, şeytanlaştırarak giderebileceğini düşünme gafletine düşüyor. Tabi, bu sözlerin içinde, Müslümanların ölümü göze alma pahasına neden Hıristiyan ülkelere gitmek için uğraştıkları sorusunun yanıtı yoktur.

Bu sözleri duyan da zanneder ki, Ali Erbaş'ın konforlu trilyonluk makam arabası Katar'da, Arabistan'da üretildi; dünyanın öbür ucundaki Müslümanlarla online konuşmasına imkan veren iletişim sistemleri Fas'ta, Tunus'ta geliştirildi; dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgınının aşısı Cezayir'deki, Afganistan'daki bilim adamlarınca bulundu.

Gelin görün ki, felsefe, bilim, düşünce üretemeyen Müslümanlar, iş sahte bir tarih yazımına gelince epeyce mahir olabiliyorlar. Tıpkı, Kutlu Doğum Haftası diyerek uydurma bir hafta icat eden, daha babasının doğum tarihini bilmediği halde 1400 yıl önce yaşamış Hz. Muhammed'in doğduğu günü hesaplayan İslamcılar, yeni yıl kutlamalarına karşı da 'Mekke'nin Fethi' kutlamaları ile karşımıza çıktılar.

Yılın bitimine yakın şehirlerin bilboardlarına ilan vererek inananları Mekke'nin Fethi kutlamalarına davet ediyorlar.

Peki bu Mekke'nin Fethi kutlamaları ilk ne zaman yapıldı? www.milligazete.com.tr internet sitesine bir yazı yazan Selime Sümeyye Abatay, Milli Görüş geleneğinin tanınmış isimlerinden Nevzat Laleli'ye referansla Mekke'nin Fethi kutlamalarının bizim siyasal ve toplumsal yaşantımıza nasıl girdiğini anlatıyor:

'Mekke'nin Fethi kutlamaları 1990 yılında bir il başkanları toplantısında aldığımız bir kararla ortaya çıktı. Yılbaşı işi Batı'dan gelen Allah'ın ne kadar haram kıldığı iş varsa hepsinin işlendiği bir gece. Birçok insan bu günlerde evinden dışarıya çıkmasa da televizyonu açmasa da çoluğunu çocuğunu bu işlerden kurtarması mümkün değil. Bugünlerde bir faaliyet yapmamız lazım ki bu insanları yönlendirelim diye düşündük ve Mekke'nin Fethi kararını aldık. Çok hayırlı bir iş yaptık kanaatindeyim. İnşallah tuttu da bu maya.'

Sizin anlayacağınız, sokaklarda boy boy duyurusunu gördüğünüz Mekke'nin Fethi kutlamasının, Mekke'nin fethi ile zerrece ilgisi yoktur.

1990 tarihli bir icattır ve siyasal İslamcıların uydurmasıdır.