Marx'ın en bilinen sözlerinden biri 'din halkın afyonudur' aforizmasıdır. Türkiye'de sağın ve solun, bu sözü nasıl ele aldığı apayrı ve derin bir tartışma konusudur ama dinin, siyasi alandaki istismar seviyesini anlamak için de nirengi noktası sayılabilir. Marx, bu sözüyle dinin işlevselliğine dikkat çeker aslında. O'na göre 'Din içinde çekilen ızdırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ızdırabın bir ifadesi ve gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.'

Afyon, bilindiği üzere insanın acısını keser; ama geçicidir, yani yanılsamadan ibarettir. Çünkü, afyonun etkisi azaldığında sona erdiği düşünülen acı, yeniden başlar.

Türkiye'de eğitimden sağlığa, gelir dağılımı adaletsizlerinden özgürlüklere kadar her alanda yaşam standartlarımızın bu kadar berbat olmasına rağmen, bütün bu olumsuzlukların yaratıcısı durumundaki iktidarın hala hatırı sayılır bir toplumsal desteği korumasının esbab-ı mucibesi de dinin afyon olarak kullanılmasıdır. Örneğin, anti-komünist mücadele din üzerinden yürütülmüştür, her dönemde sağ partiler, çözemedikleri sorunları din kardeşliği vurgusuyla örtmüştür.

Daha önceki seçimlerin hepsinde din istismarcılığı yapılagelmişti ama bu seçimdeki örnekler, her bakımdan sınırları zorlayıcı nitelikte.

Erdoğan'ın, meydanlara elinde Kuran-ı Kerim'le çıktığını anımsıyoruz. Soma, Ermenek, Amasra'da yüzlerce işçinin ölümüne sebep olan maden kazalarındaki ihmallerin üzerine gitmek varken 'kader planı' denilerek sorgulama alanından çıkarılmak istenildiğini biliyoruz. Bir subayın şehit yakınına 'Ne mutlu sana ki, evladın şehit düştü, peygambere komşu oldu' gibi korkunç bir teselli biçimini de depremi Allah'ın azmış kullarına ilahi uyarısı şeklinde yorumlayanları da unutmadık. Esas itibariyle dinin siyasallaştırılmasında AKP, hep bir adım öteye geçen tutumu ile dikkat çekiyor. Başörtüsüne serbestlikle, 4+4+4 eğitim sistemine geçilmesiyle başlayan bu süreç, dinsel düzenin her alanda fiili inşasıyla devam etti. Şimdi, kendi mecrasında aşırı örneklerine rastlıyoruz.

Namaz kılındıktan sonra toplanıp bir kenara kaldırılması gereken, hiçbir kutsallığı bulunmayan seccadeye Kemal Kılıçdaroğlu'nun yanlışlıkla basmasına mal bulmuş mağribi gibi sarılıp, elinde seccade ile şehir şehir dolaşan Erdoğan, bayram sabahında cami avlusunda miting yaptı.

Evet, yanlış okumadınız; cami avlusunda miting yaptı. Bunun tarihimizde bir başka örneği yok. Bugüne kadar kimsenin aklına cami içine kürsü koymak gelmemişti; veya gelmişti de cesaret edememişti.

Üstelik, mitingde cami cemaatine doğru bilgiyi de aktarmadı...

'Muhalefet ne diyor, gelince Diyanet'i kaldıracaklarmış. Yerine inanç bilmem ne başkanlığı diye bir şey kuracaklarmış.'

Millet İttifakı'nın hiçbir bileşeni Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kaldırmayı düşünmediği, hiçbir yazılı metinde böyle bir vaat bulunmadığı halde, açıkça Allahın ayetlerinin okunduğu, inananların alnının secdeye vardığı dini bir mekanda 'din elden gidiyor' gibi sığ bir popülizme düşmek karşısında cami cemaatinden tepki beklenirdi ama boşuna… Tam tersine yuh sesleri yükseldi.

Erdoğan'ın, rahatsız olmak şöyle dursun mutluluk duyacağı bir manzara…

Amacına ulaştığını düşünerek haz duyduğuna yemin edebilirim.

Kilosu 30 liraya çıkmış soğanı, genç işsizliğini, bir kilo kıymanın, peynirin 200-250 liradan satılmasını, evsizliği, yüksek kiraları, ödenemeyen faturaları, adaletsizlikleri, sömürü ilişkilerini unutturduğu için kendini mahir de saymıştır.

Ama artık bu popülizmin, dinin sorgulanmasına yol açtığını, artık parti ofisine dönüşen camilerden yüz çevrildiğini, gençlerin hızla dinden uzaklaştığını birileri Erdoğan'a anımsatmalı.