TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Şırnak Üniversitesi Konferans Salonu'nda düzenlenen "Şırnak Sivil Toplum Buluşması" programında öyle bir laf etti ki; ilkel bir zihniyetin dile yansıyan kiri pası oldu. Devletin protokol listesinde Cumhurbaşkanlığı makamından sonra ikinci sırada bulunan TBMM Başkanlığı makamında oturan şahıs olarak toplumun bir kesimini derinden incitti, yaraladı. Sadece incitmekle yetinmedi gelecekle ilgili onlara aba altından sopa gösterdi. Sözleri, barış adına konuşurken bile sakladığı baltaların kime karşı kullanılacağının da ilanı gibiydi.
Şöyle dedi:
"Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı, Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi'nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. O ittifakın sonunda 1514’te Çaldıran’da bizim hep beraber yeniden Anadolu kültürünü dirilten o ittifakımız, Anadolu’daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasına neden olmuştur.”
Sadece iki cümleden oluşan bu sözler çok korkunç. Acaba çocukluğundan beri kendisine aşılanan zehirli bakış açısı gayri ihtiyari biçimde dışarı fırladı ve bilinçaltı mı tezahür etti. Elbette böyle yorumlamak mümkün… Çünkü, bu konuşmanın hedef kitlesini oluşturan Aleviler, Sünni Emevi zihniyetinin, gericiliğin daimi ötekisi olarak hep dışlandı. 1514 yılında Çaldıran Ovası’nda yaşanan ve etkileri hala devam eden Yavuz Sultan Selim- Şah İsmail karşılaşmasının öncesinde de sonrasında da Kızılbaş olarak adlandırılanlar, katledilmeleri caiz görülen topluluklardı. Malları, mülkleri, kadınları, kızları helal kılınmıştı.
Örneğin, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferinden önce Müftü Hamza’dan aldığı fetvada “reisleri Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu”nun “kafir ve dinsizler topluluğu olduğu” ifade edilirken şeriatın hükmü gereğince katledilmeleri, mallarına, kadınlarına, kızlarına el konulmaları dini açıdan caiz bulunuyordu. Ayrıca, Kızılbaşlara sempati gösterenlerin, onlara yardımcı olanların da kafir ve dinsiz oldukları ifade ediliyordu. Kızılbaşların kestiklerinin de yenilemeyeceği belirtiliyordu.
Din adamı Kemalpaşazade ise Kızılbaşlara yani Şah İsmail taraftarlarına yönelik savaşı cihad olarak değerlendirir. Şeyhülislam Ebusuud da aynı minvaldeki fetvalarıyla Anadolu’da Kızılbaşlara yönelik kırımı meşrulaştırır.
Bugün Alevi olarak tanımladığımız bu topluluklar, yüzyıllardır çok büyük acılar yaşadılar; bir zulüm dalgası bitti, diğeri başladı. İstikrarlı, sistematik politikalarla devletten dışlandılar, yok edildiler ve sürgünlere yollandılar. Öyle ki, Müslüman olmayan diğer tüm topluluklar yani Hıristiyanlar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler Osmanlı milletler sistemi içinde bir statüye sahip olmasına rağmen Aleviler, direkt imha edilecekler konumundaydılar. Bu yüzden de asırlar boyunca devlet otoritesinin uzağında, kuytuluklarda, dağ başlarında kapalı bir yaşam tarzını idame ettirdiler.
Hep bir var oluş sorunu içinde yaşayan Aleviler, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yurttaşlık statüsüne kavuştu ise de resmi söylemdeki eşitlik hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü, kahir ekseriyetin inancı olan Sünnilik, örgütlü, kurumsal yapısıyla Alevileri düşmanlaştırmayı her dönemde başardı.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un kurtulamadığı şey, topluma büyük acılar yaşatan bu fetvalarla kendini var eden ilkel mezhepçiliktir. Çocukluğundan beri aldığı eğitim, içinde bulunduğu yaşam tarzı, öğrendiği din anlayışı, milli iradenin tecelli ettiği bir makamı temsil ederken bile onu bırakmamaktadır.
Kurtulmuş bu sözleriyle Alevilere, toplumsal hafızalarında yer edinmiş bir travmayı yani beş asırlık bir zulüm tarihini tekrar hatırlatırken makamının, Anayasa’nın ona verdiği yetki ve sorumlulukları da aşarak kimin Müslüman olup olmadığına karar veriyor. “Bin yıllık kardeşlik”, “Türk-Kürt ittifakı” derken yani barışa vurgu yaparken, işi 5 asır öncesine götürüp Yavuz Sultan Selim ve İdris-i Bitlisi ittifakını referans gösterirken, Alevilerin katledilmesini meşrulaştırıyor, yetinmiyor; “Müslüman topluluklar” ifadesiyle de Alevileri Müslümanlığın dışına çıkarıyor.
Aleviler, Müslüman mıdır değil midir; bunu tanımlayacak ve karar verecek olan Numan Kurtulmuş değil bizatihi Alevilerin kendisidir.
Bu dil, bu ötekileştirme, bu düşmanlaştırma “milli iradenin” temsil edildiği makamda oturan kişiye yakışmıyor. Bu hem ayıp, hem de basbayağı suçtur.
Soruyoruz; “cami avlusunda buluşma” formülüyle toplumun bir kesimini makbul ve meşru görürken farklı bir din anlayışına sahip Alevileri düşmanlaştırarak mı barışı sağlayacaksınız.