TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un Şırnak’ta yaptığı konuşmada açığa çıkan mezhepçi bilinçaltı bu toprakların beş asırdır çözemediği bir sorunu ifade ediyor. Kurtulmuş’un “Bin yıllık kardeşlik” ile “cami avlusunda buluşma”nın gerekliliğini ifade etmesi, bunu yaparken de tarihten bulduğu örneğin Safevilere karşı kurulan Yavuz Sultan Selim- İdris-i Bitlisi ittifakı olması, Türkiye’de önemli bir çoğunluğu oluşturan Alevilere tarihsel bir travmayı yeniden hatırlattı. Çünkü, bu ittifak, Alevilere, toplu kırımı ve asırlar süren bir zulmü akla getirmektedir.
Oysa, Kurtulmuş, mezhepçiliği bir kenara bırakıp çağdaş siyasal literatürle konuşsaydı hem makamının ona yüklediği sorumluluğun gereğini yapardı hem de kapsayıcı olurdu. Ama fıtratları bu. Siyasal İslamcılık böyle bir şey…
Hatırlayalım. Kurtulmuş, “Bir başka ittifak ise Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi'nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. 1514'te Çaldıran'da o ittifakımız Anadolu'daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasını sağlamıştır" demişti. Gelen tepkiler üzerine bir açıklama yaptı ama özrü kabahatinden büyüktü. Özür dilemek yerine sadece “üzüntülerini bildirmekle” yetindi.
Kendi camiasından onun bu üzüntü beyanına bile tepki gösterenler oldu ve örneğin Erdoğan’ın konuşma metinlerini hazırlayan isimlerden eski milletvekili Aydın Ünal, “Ne Çaldıran, ne Çaldıran’daki Türk-Kürt-Arap ittifakı, ne de Anadolu Alevilerini kurtaran Şah’ın istismar kapılarının kapatılması tarihten silinebilir, üzeri örtülebilir. Çaldıran unutturulamaz. Tarihi yerli yerine koyalım ki, ayrıştırmasın, birleştirsin." diye yazdı.
Öncelikle belirtmek gerekirse Kurtulmuş, tarihi çarpıtıyor. Çünkü Anadolu’yu yönetenler Osmanlılar idi. Bugünkü Sivas ili, kuruluşu 1501 yılında Erzincan’ın Tercan yaylasında ilan edilen Safevi devleti ile Osmanlı arasındaki sınırı oluşturuyordu. Şah İsmail, Safevi devletini kurduğunda babası Şeyh Haydar ve dedesi Şeyh Cüneyd’in Anadolu’daki daileri aracılığı ile yürüttüğü faaliyetlerden dolayı geniş bir mürit ağına sahipti. Osmanlı Devleti’nin merkezileşmesi sürecinde dışlanan memnuniyetsiz Türkmen topluluklar, Safevi devletinin ana omurgasını oluşturuyordu. Tarihçi Prof. Dr. Faruk Sümer’in ifadesiyle “tarikatın başı Azerbaycan’daki Erdebil şehrinde, gövdesi de Anadolu’da” idi. Ayrıca Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Şah İsmail’in dedesi olduğunu da unutmayalım.
Anadolu’da yaşayanlar Kurtulmuş’un iddia ettiği gibi Şah İsmail’in değil Osmanlı’nın zulmü altında inim inim inliyordu. Bu zulüm bir anonim şiirde “Ekende yok biçende yok/Yemede ortak Osmanlı” dizelerinde veciz ifadesini bulur.
Yavuz Sultan Selim babasını öldürterek padişahlığını ilan ettiğinde kendisinden öncekilerden farklı bir siyaset güttü. Önceki padişahlar batı fetihlerini öncelerken Yavuz, doğuya açıldı, İran ve Mısır’a yöneldi. Doğuda ise Safeviler vardı. Safevilerin askeri gücünü de Avşar, Çepni, Şamlu, Dulkadırlı, Tekeli, Rumlu, Kaçar, Varsak ve diğer aşiretlere mensup Kızılbaş Türkmenler ile bazı Kürt aşiretleri oluşturmaktaydı.
Bu bir iktidar mücadelesiydi ve iki devletin askeri gücü Çaldıran Ovası’nda çarpıştı. Yenilen Şah İsmail (Hatayi) oldu ama bu yenilgi Osmanlı devleti ile hem dini hem kültürel yabancılaşma yaşayan Kızılbaşların Şah İsmail’e bağlılığını bitirmeye yetmedi. Çaldıran savaşının öncesinde de sonrasında da din adamlarının verdiği fetvalarla büyük bir kıyım yaşandı.
Osmanlı, Safevilere karşı verdiği siyasi mücadeleyi dinsel alana da taşıyarak Kızılbaşların katlinin, mallarına mülklerine, kadınlarına kızlarına el koymanın caiz olduğunu ilan etti.
Mesele Türklük ise Safeviler, Osmanlı’dan daha Türk idi. Çünkü Şah İsmail ve sarayındakiler Türkçe konuşuyor, Türkçe yazıyordu. Nitekim Hatayi mahlası ile yazdığı divan hala okunmakta ve anlaşılmaktadır. Bugün Yavuz Sultan Selim’in yazdığı şiirleri kimse anlamaz ama Şah İsmail’in Türkçe şiirleri asırlar boyunca söylenip durur. Azerbaycan ise Şah İsmail’in heykellerini büyük meydanlara koyar.
Dolayısıyla Şah İsmail ile Türkiye’deki Aleviler arasında, Şah İsmail ile Azerbaycan halkı arasında güçlü ortak bağlar vardır. Çünkü, Kızılbaş süreğinde cem ibadetine Şah Hatayi’nin deyişleri ile başlanır yine Şah Hatayi deyişleriyle cem bitirilir. Dolayısıyla Alevi teolojisinin kurucu figürlerinden birisidir Şah İsmail.
“Ben de bu yayladan şaha giderim” deyişleri de onun için söylenir; çünkü O, Osmanlı zulmünden kurtulmanın umududur, sahibi zamandır.
Ülkeyi 23 yıldır yöneten Siyasal İslamcıların kendilerine örnek aldıkları, siyasetini izledikleri isim de doğu ve İslamcı siyasetleriyle maruf Yavuz Sultan Selim’dir, Abdülhamit’tir. İstanbul’daki üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi de ülkenin dört bir yanında Yavuz Sultan Selim, Abdülhamit isimlerinin kullanılması da bu yüzdendir.
Diyebiliriz ki Yavuz öldü ama ruhu bugünkü siyasal İslamcılarda yaşıyor. Şimdi o ruh, toplumun bir kesimine barış vaat ederken “din kardeşliği” dışında görülenlere ise aba altından sopa gösteriyor.