Cumhurbaşkanı Erdoğan, halen cezaevinde bulunan Ekrem İmamoğlu ile ilgili operasyonun kapsamının genişletileceğini açıkça ilan etti. "Cumhuriyet tarihinin eşi benzeri görülmemiş bir suç organizasyonu" şeklinde bir tanımlama yapıp, “Önceleri sadece kimi siyasi partileri ve siyasetçileri kapsadığı düşünülen çarpık ilişkiler ağının bürokrasiden iş dünyasına ve medyaya, kimi cemaatlerden istihbarat kuruluşlarına kadar uzandığı ortaya çıkıyor” dedi. Erdoğan, konuşmasında ahtapot benzetmesini de yapıyor.


İmalarla dolu bu konuşmanın deşifresi çabuk yapılırken, “cemaatler” ifadesiyle Süleymancıların kastedildiği ifade edildi ve bu cemaat mensuplarına karşı bazı operasyonlar gerçekleştirileceği dillendirildi. Böylece, birden bire Süleymancıları tartışmaya başladık ama aslında operasyon çoktan başlamış bile. Meğerse, Süleymancılara yakın olduğu düşünülen Şahinler Holding sahibi Kemal Şahin, Büyükçekmece Belediyesi’ne yönelik yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklanmış ama cemaat mensupları bunu gizlemek için Şahin'in Mısır’da olduğunu iddia eden video paylaşmışlar.

Ankara’da da cemaat üyesi 4 kişinin de gözaltına alındığı belirtiliyor.
Süleymancılar ile AKP arasında hem siyasi hem de dini anlayış bakımından farklı pozisyon alma durumları yeni değil. Süleymancıların en önemli özelliklerinden biri, içe kapalı bir yapıyı sürdürmelerindeki kararlılıktır.


Süleymancılar, imam hatip okullarına da Diyanet İşleri Başkanlığı’na da karşıdırlar. Çünkü imam hatip okullarından imam hattap (odun imam) yetiştiğine inanırlar; dolayısıyla gerçek imamların Süleymancı kurslarında yetiştiğini iddia ederler. Diyanet’i onaylamadıkları için de Cuma namazlarını camilerde değil, kendi yurtlarında, kurs binalarında kılarlar. Yurt ve kursların masrafları, halktan toplanan yardımlarla karşılanır. Genellikle Akdeniz ve Ege bölgesinde örgütlüdürler.


Süleymancılar, pek çok tarikat-cemaat gibi siyasal alanda vardır ama diğerlerine göre görünürlülüğü azdır. İstisnaları olmakla birlikte Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, AKP gibi siyasal İslamcılığı bayraklaştırmış partiler yerine merkez sağda konumlanmışlardır genellikle. Örneğin, cemaatin kurucu figürü Süleyman Hilmi Tunahan’ın ölümünden sonra yerine geçen damadı Kemal Kaçar, üç dönem Adalet Partisi’nden milletvekilliği yapar, Kaçar’dan sonra cemaatin lideri olan Arif Ahmet Denizolgun ise Refah Partisi’nden milletvekili seçilmiştir ama bir sonraki seçimde DYP ve ANAP’la da temaslar geliştirmiştir.

Zaten Milli Görüş geleneği ve AKP arasında bir ilişki varsa onun da Arif Ahmet Denizolgun zamanında geliştirildiğini unutmamak gerekir. Çünkü kendisi 1995 yılında Refah Partisi’nden milletvekili seçildiği gibi Süleyman Hilmi’nin torunu Fatih Süleyman Denizolgun da AKP’den milletvekili oldu. Nitekim, bugün Fatih Süleyman Denizolgun, operasyon iddiaları konusunda,”tabanımız da (…) Devletimiz tarafından tam bir operasyon yapılsın diye beklemektedir. Tek ricaları; terör suçuna bulaşmayan temiz tabanımız ve kurslarımız hiç zarar görmesin diye istemektedirler" diyerek operasyon yapılmasını istemektedir.

Cemaat içindeki gerilimin 2016 yılında Arif Ahmet Denizolgun’un ölümünün ardından -yerine Alihan Kuriş’in geçmesiyle başladığı anlaşılıyor. Çünkü Kuriş, kuzenlerinin tersine AKP’ye değil İyi Parti’ye destek veriyor ve cemaat içindeki bu siyasi çatışma bugüne kadar geliyor.
Ancak yerel yönetim seçimlerinde Süleymancıların İmamoğlu’na destek verdikleri malum… Hal böyle olunca herkesin biat etmesi gerektiğini düşünen, kendisini sadece siyasal alanın değil dini alanın da tek ve biricik otoritesi olarak konumlandıran Erdoğan açısından müdahalelik bir durum söz konusu…
Bu yüzdendir ki, Furkan Vakfı’na çok sert yargı ve polis müdahalesinde bulunabiliyor, gerektiğinde “başörtülü bacılar” yerlerde sürüklenebiliyor; İskenderpaşa cemaati ile Cüppeli Ahmet kavgasında olduğu gibi bir gerilim anında da devreye girme ihtiyacı duyuyor.
Erdoğan, her alanda dikensiz gül bahçesi istiyor, ancak Süleymancılar cemaatinin İmamoğlu soruşturmasıyla birlikte değerlendirilmesinin özel bir anlamı da var. O da, cemaat vurgusunu öne çıkararak CHP tabanının laiklik konusundaki duyarlılığını kaşımaktan ibaret.
Yani derenin taşıyla derenin kuşu vurulmaya çalışılmaktadır.