Baharın tomurcuklanmasına az kaldı; kardelenlerin başını karın altından çıkarması ha bugün ha yarındır… Güneş daha fazla ısıtmak, sarı sıcağını yaymak için zaman kolluyor. Doğa yeniden uyanmak, yeşile boyanmak için gün sayıyor. İyi, güzel, hoş ama bahar bizim gönlümüze çok uzak. Gecelerimiz uykusuz, umutlarımız kör kuyularda, yarınlarımız belirsiz. Açta açıkta kahır üstüne kahır koyuyoruz.

 Son günlerde hükümet çevrelerinden isimlerin sosyal medyada paylaştıkları mesajların altına yapılan yorumları okumak gibi bir alışkanlık edindim. Toplumun nabzının nasıl attığını en iyi bu mecralar ortaya koyuyor günümüzde. Eskiden, yani anketler icat olmadan önce, halkın hissiyatını öğrenmek için taksicilerin, berberlerin yani esnaf kesiminin ne dediğine dikkat kesilirdi. Sonra anketler, kamuoyu araştırmaları yöntem olarak kullanılmaya başlandı. Ancak sosyal medyada dile getirilen duygu ve düşünceleri analiz etmek, yani veri madenciliği yapmak da önemli. Hatta ne kadar manipülasyon, dezenformasyon amaçlı mesajlar bulunsa da iyi bir ayıklamanın sahici duygu ve düşünceleri, memleketin hal-i pürmelalini en gerçekçi bir şekilde ortaya koyduğuna inanıyorum. İyi bir yönetici sadece bu mesajlara bakarak bile toplumun nabzını ölçebilir; tabi isterse.

 Hatırlarsınız; AKP’nin Ankara Milletvekili Asuman Erdoğan bir-iki hafta önce sosyal medyada siber zorbalığa uğramaktan yakınmıştı. “Bir fotoğraf çektirelim, hemen altına ‘zıkkım yiyin’ yazıyorlar” demişti. Sahip oldukları zenginliği, bir güç gösterisi olarak sergilemekten çekinmedikleri, yaşadıkları lüks, şatafat ve konforu “Allah zenginliği istediğine, bilimi isteyene verir” hadisi uyarınca seçilmiş olmanın bir nişanesi olarak sundukları için halkın öfkesine muhatap oldukları aşikar. Öldüğünde sarınacağı kefenin dahi devlet malı olmamasını isteyen, doğru bildiğinden şaşmayan ve bu nedenle çölde münzevi bir hayat yaşayan garip Ebu Zer gibi olma edebiyatıyla iktidara gelip, Mehmet Metiner’in “ayetlerimiz akrabayı kollamayı emreder” diyerek, torpili, kayırmacılığı, adaletsizliği meşrulaştıran bir çizgiye savrulmanın bedeli illa ki olacaktı. Onun bedeli, en naifinden “zıkkım yiyin”dir.

 “Asgari ücret 30 bin lira olsa, daha çok harcarlar, o da enflasyonu azdırır”, “kuru ekmek buluyorsan aç değilsindir”, “et yerine kuru fasulye ye”, “2 kilo domates yerine 2 tane alırız, Biber alacaksak bir kilo yerine üç tane alırız” diye fakirlik edebiyatı yapmanın hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır artık.

 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın asgari ücretliye, emekliye fitre ve zekat verilebileceğine dair fetvası ortada duruyor iken gelir dağılımı adaletsizliğinin ulaştığı feci boyutları, yoksulluğun nasıl da milyonların yaşamsal sorunu haline geldiğini görmemek mümkün mü? Cüppeli Ahmet’in “Fakirler, cennete 500 sene önce girecek” diye vaaz verirken kızının 15 trilyonluk otomobile binmesini izah edecek bir akıl mantık, din anlayışı var mı?

 Ülkenin çivisi çıkınca ister Mehmet Metiner, ister Cumhurbaşkanı Danışmanı Mehmet Uçum, ister Şamil Tayyar, ister Mahir Ünal olsun, ister Metin Külünk olsun iktidar çevresinden kim, ne paylaşsa halk, mesajın sahibini parça pinçik ediyor. Her biri maruz kaldığı adaletsizlikten yakınıyor, yaşadığı açlık ve sefaleti anlatıyor, Türkiye’nin bir suç cennetine dönüştüğünü, sokağa çıkmaya korktuğunu yazıyor. “Açım”, “Kiramı ödeyemiyorum”, “Adalet arıyorum”“Et alamıyorum, ısınamıyorum” “Tencereler kaynamıyor” minvalindeki tepkilerin haddi hesabı yoktur. Peki sonuç ne?

 “Yaşama sevincimi kaybettim”, “Kronik mutsuzum”, “Umudum yok”, “Kapasitemi kullanamıyorum”, “Motivasyonum düştü”, “Bunalımdayım”, “Depresyonum geçmiyor”, “Anksiyetem tavan yaptı”, “Türkiye’de yaşamak kabus”…

Bu bezgin, bıkkın, yorgun ruh halinden kurtulmak için bize bir bahar lazım dostlar. Bu bahar başka bahar; gönül baharı…