Geçen hafta sosyal medya arkadaşlarımdan birinin paylaştığı ironik mesaj güldürdüğü kadar da düşündürdü beni. Bir Avrupa ülkesine ait olduğu sanılan videoda beş müzisyen 5 pedalli bisiklete binmiş görünüyor. Müzisyenler bir yandan ezgilerini seslendirirken aynı zamanda bisikleti de sürüyorlar. 2-3 katlı tarihi binaların önünden ahenkli geçişin kendi halindeki insanları mutlu ettiği hemen fark ediliyor. Veysel Dinler adlı sosyal medya kullanıcısı şöyle bir not düşmüştü:
'Çorum'da bir pazar sabahı. Beş pedallı bir bisiklete beş müzisyen oturmuş, taş döşeli kent meydanından çarşının içine selamlayarak gidiyor insanları, güzel ezgilerle'
Belli ki arkadaş Çorumlu veya Çorum'da yaşıyor ama ruhu başka yerlerde dolaşıyor. Çorum'un iç karartıcı havasından bunalmış ve biraz uzaklaşma ihtiyacı içinde olmalı ki, hayal alemine dalmış ve bir an kendini o sakin, betonsuz, gökyüzü maviliğinin alabildiğine kucaklandığı tarihi şehrin sokaklarına atmış.
Son zamanlarda bu tür ironik paylaşımları çok görüyorum. Örneğin dans eden bir çiftin görüntüsü verilirken 'Yozgat'ta sıradan bir gün' cümlesiyle taassubuyla ünlü şehre dokundurma yapılıyor. Venedik'teki gondol sefasına ait fotoğraf karesinin yanına İstanbul notu düşülebiliyor ya da Almanya'nın bir havaalanı 'Bayburt'ta Almanları kıskandıran havaalanı' mesajıyla birlikte paylaşılabiliyor. Çok sanatsal bir heykelin görselleri çok ilgisiz biçimde Konya ile ilişkilendiriliyor. Bir tür cehennemden kaçış...
Çorum, Yozgat, Bayburt, Konya, Sivas, Şanlıurfa vs hepsi de muhafazakar yapısı ile ünlü şehirler. Kültürel hayatın çölleştiği, farklı yaşam tarzlarının hayat bulamadığı yerler… Madam Bovary romanından ahlaksızlık çıkarıp Gustave Flaubert'in yasaklanmasını isteyen profesör unvanlı zatların üniversite kürsülerinde ders verdiği bir ülke burası…
Dolayısıyla mutsuzluğu artıran aşırı gerçekler karşısında Avrupalının sakin, tatlı hayatına bakıp içten içe imrenmek, kahretmekten başka bir şey değil; ama aynı zamanda vatandaşını düşük hayat standartlarına mahkum bırakan devlete ve berbat hayatının nedenlerini sorgulamayan topluma da taşlama bu…
Bu uzun girizgah, Ankara'nın en lüks semtlerinden Çayyolu'ndaki bir mekanda öldürülen müzisyenle ilgili… Yansıyan bilgilere göre, müzikli mekanda şarkı söyleyen Onur Şener, istek yapılan şarkıyı bilemediği için söyleyemedi. Bunun üzerine üç kişi programın kapanışında müzisyen ile tartışmaya başladı. Kavga büyüdü ve Şen'e şişelerle saldırıldı. Kırılan cam parçaları boynuna saplanan müzik emekçisi hayatını kaybetti. İki çocuğu yetim kaldı. Sanatçı Haluk Levent'in aktardığı bilgilerden öğrendik ki, üç saldırganın biri Çalışma Bakanlığı'nda bürokrat, diğeri aynı bakanlıkta müfettiş, üçüncüsü de TAİ'de mühendis…
'Sen nasıl olur da benim istediğim şarkıyı bilmezsin' cinayeti…
Türkiye'de insan hayatı bu kadar ucuz işte… Bir şarkıyı bilmediğin için de öldürülüyorsun, bir Kürtçe ezgiyi seslendirdiğin zaman da hayatını kaybedebiliyorsun. Gazeteci Nuh Köklü gibi, kartopu oynarken, camına isabet eden gözü dönmüş bir esnafın bıçak darbeleriyle de genç yaşında toprağa girebiliyorsun.
Kibir, lümpenlik, sonradan görmenin getirdiği şımarıklık… Ortam o kadar zehirli ki…
Burası Türkiye… Baştan aşağı gerilim yüklü, gündelik hayatın her anı şiddet dolu…
Hala yaşıyorsak tamamen tesadüf…