A Milli Kadın Voleybol takımı, Sırbistan gibi güçlü bir rakibi yenerek tarihteki ilk Avrupa şampiyonluğunu Türkiye’ye kazandırdı ama bizim gündemimizi bu galibiyetten ziyade oyuncu Ebrar Karakurt oluşturdu. Voleybolculara demediklerini bırakmayan, zaferi hiç görmeyen, tuhaf bir haz duygusu içinde nefret söylemini kanırtan iktidar uzantılı çevreler, oyuncuyu hedef tahtasına oturttu.
Ebrar, aslında işin bahanesi, dert başka. Yerlilik ve millilik iddiasındaki kesimler, asıl kadın takımlarına karşı kin ve düşmanlık içindeler.  
Ebrar Karakurt olmasa da hepsi yine içlerindeki o bağnazlığı, Kanuni döneminde rasathane kapattıran yobazlığı üzerimize boca edeceklerdi. Çünkü, arkasına saklandıkları dini gerekçeler var ve yaşadıkları dindarlık biçimi, kadınları ancak bir eş ve anne olarak kabul ediyor. Dolayısıyla kısa şortlarıyla sahaya çıkan kadınların uluslar arası camiada ortaya koyduğu temsiliyetten rahatsızlık duyuyorlar. Rahatsızlar çünkü kendileri bir hiçten ibaretler.
Nitekim daha önce de voleybolla ilgili pek çok kez ileri geri laf edildi. 2021 yılında Çin’i mağlup ederek yine tarihi bir başarıya imza attığında da İlahiyatçı İhsan Şenocak, “İslamın kızı! Sen oyun alanlarının değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin sultanısın. Sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın, ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına ‘sultan’ demesine aldanmayasın!” diye yazarak kadına nasıl bir rol verdiklerini yansıttı.
Ülke adına elde edilmiş büyük bir sevinç ve gururu dahi arka plana ittiren zihniyet, milli takımın skorer oyuncularından Ebrar Karakurt’u hedef tahtasına oturttu. Görünürdeki neden onun lezbiyenliğini saklamaması. Tarikat cemaat yurtlarında, erkek çocuklara tecavüz edilip üzeri örtülse problem olmaz ama Ebrar’ın dürüstlüğü battı. Ebrar’ın cinsel tercihi, özel hayattır, onu ve partnerini bağlar; ülkeye kazandırdığı kupa ise hepimizi ilgilendirir.
Daha maç öncesinde başladı sataşmalar. Abdülhamid isimli bir trol, sosyal medyada “Sana tahammül ediyoruz” diye yazınca Ebrar Karakurt’un verdiği “Boş yapma Abdülhamid” cevabı günlerce tartışıldı. Ankara’ya başkan seçildiğinde ilk işi heykellere tükürmek olan Melih Gökçek ve avanesi, Osmanlı padişahı Abdülhamid’e göndermede bulunulduğu kanısındaydı. Oysa yanıt, Abdülhamid isimli trole verilmişti. Böylece, tartışmanın ekseni birden bire akıl ve mantık çizgisi dışına kaydı ama biz hiç şaşırmadık. Tartışma, Ebrar Karakurt’un milli takıma alınmamasını hatta rakip takım Sırbistan’ın kazanmasını istemeye varacak kadar şirazesinden çıktı.
Şaşırmamak lazım. Çünkü aynı zevat, ülkeye dair düşmanlığını her fırsatta gösteriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaybedildiğinden beri yeni yönetimin çalışmalarını sabote eden bir güruhun acayip işleri zaman zaman gündeme geliyor. Örneğin, İBB’nin gezgin köpeği Boji’ye, dışkı ile kumpas kurulmuştu. Cebinde bok olan biri bunu metroya bırakmış ve köpeği suçlamış, sonradan gerçek ortaya çıkmıştı. Daha geçen hafta bir başkası, metronun yürüyen merdivenlerini bozuyordu bilerek.
Azcık okumuşu da bu trollüğün felsefesini üretir. Örneğin, Kadir Mısırlıoğlu denilen meczup “keşke hilafet kaldırılmasaydı da Yunan işgal etseydi” der. Kumarbazlığı ile tanınan “büyük üstat”ları Necip Fazıl ise “Makarios Müslüman olsun, Kıbrıs Makarios’un olsun” diye nutuk irat eylerdi bir zamanlar.
Dolayısıyla kendi milli takımının Sırplar karşısında yenilmesini isteyecek kadar bu ülkeye düşman olanların zihniyetinin tarihsel kökleri mevcut. Mesele Ebrar Karakurt değil, mesele basit bir trollük vakası değil.
Dinci, ümmetçi bir anlayışın tezahürleri bu hal ve hareketler… Ülkenin tüm kaynaklarını tepe tepe kullananların, kültürel iktidarı bir türlü kuramamanın verdiği hınçla sergilediği hasetlik bunlar.