İran'da saçının bir kısmı göründüğü dolayısıyla İslami örtünme kurallarına uygun davranmadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınırken şiddet gören 22 yaşındaki Mahsa Amini, hayatını kaybetti.
Amini, şiddet görürken sadece ahlak polisleri yoktu; kara çarşaf giyinmiş pek çok kadın da günah işlediğine inandıkları bu genç kadının linç edilmesinin sevap kazandıracağına inanıyor olmalılar ki o şiddete ortaklık ettiler. Ahlak polisi kadını döverken belki onlardan daha fazla bir hınçla Mahsa Amini'ye saldırdılar.
Mahsa Amini'nin ölümü, şeriat kurallarıyla yönetilen İran'da kadınların büyük protestolarına neden oldu. Sosyal medyaya düşen videolarda, kadınlar 'saç yoksa günah da yoktur' diyerek saçlarını kestiriyorlar, başörtülerini çıkarıp bir özgürlük bayrağına dönüştürüyorlar ve rejimi protesto ediyorlar. İran yönetimi ise protestoları engellemek için sosyal medya mecralarını kapatma yoluna gidiyor.
İran'da, çıkarılmış başörtüsü, uzun zamandır kadın hareketinin özgürlük sembolü haline geldi. Özgürlük talebi, çizimlerde, bir mollanın üzerine çıkmış kadının elindeki başörtüsünün bayrak gibi resmedilmesiyle ifade ediliyordu. Son olaydan sonra, rüzgarda savrulan saçlar bayrak şeklinde tasarlandı. İnanılmaz bir etkileyiciliğe sahip bu tasarım, hızla yayıldı.
Dünya, Mahsa Amini'nin öldürülmesini konuşuyor ama bu konuşanlar, karşı çıkanlar, olaya tepki gösterenler arasında muhafazakar mahalleden kimse yok. Tıpkı İran'da kadınların da, dini bir görevi getiriyormuş hissiyle davranarak Mahsa Amini'nin linç edilmesine istekle katıldıkları gibi Türkiye'nin dindarları da bir ölüm sessizliğine bürünerek bu şiddeti onaylıyorlar. Onaylıyorlar; çünkü şeriat hükümlerinin uygulandığını, kadının başının açık olmaması gerektiğini düşünüyorlar. Yani dini kurallarını referans alarak herkesin bu kurallara uymasını istiyorlar, meseleyi kişisel özgürlükler cephesinden değerlendirmiyorlar. Bu tutumlarıyla da laikliğin ne kadar elzem olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyorlar.
Suudi Arabistan'da kadının insan olup olmadığının bile tartışıldığı, Afganistan'da kız çocuklarının okula gitmesinin yasaklandığı, yanında erkek bulunmayan kadının belirlenmiş uzaklıkların dışına çıkmasının mümkün olmadığı gibi durumlar hatırlandığında, laikliğin herkes için ama en çok da kadınlar için yaşamsal bir değer taşıdığı anlaşılır. Dolayısıyla laikliğin olmadığı her yerde, kadın erkekten aşağı görülür, onun da bir birey olduğu, kendi kararlarını alabileceği düşüncesi reddedilir eksik varlık olarak yaratıldığına inanıldığından erkeğe tabi varlık olarak sadece bir aile içinde konumlandırılır; şiddete uğradığında sesini çıkarması istenmez, haklarını talep edemez, konuşamaz, gülemez, sokakta dondurma yiyemez.
Türkiye'de yapılmak istenen de bu işte.
Gerçi, ülkemizin geçirdiği tarihsel süreç, modernleşme deneyimi, mutlaka giderilmesi gereken eksik yanları olsa da bir asırlık laiklik uygulaması fazla karamsar olmayı engellese de içine girdiğimiz geriye dönüş ve Selefi düşüncelerin yüzde 10'lara varan yayılımı korkutmuyor da değil.