Zaman ne çabuk ilerliyor…
Ah bir gelse diye yolu gözlenen 18 yaşın üzerinden kaç 18 yaş geçti farkında bile olmadan.
Erkekler için de, kızlar için de bir milattı 18 yaş.
Özgürlüğün ilk adımıydı…
Olgunluğun da…
Öyle bilinirdi…
Ama genelde iki kavram da lafta kalırdı…
O olgunluğu gösteremezdi çoğu genç…
Çocukluk dönemi 20’leri, hatta 25’leri bulurdu.
Olgunluk geç oluşurdu.
Özgürlük de olgunlukla at başı giderdi çoklukla…
Baba evinde olduğun sürece özgürlük de olgunluk da bir yere kadardı.
Şimdilerde eskiye dair pek çok alışkanlık gibi köklü kurallar da mazide kaldı.
Gençler, 18’i bile bekleme sabrını göstermiyor…
Özgürlük anlayışı sınır tanımaz halde…
Sınır genişledikçe, yaşama dair pek çok şey de mazide kaldı.
Tıpkı geleneksel yemekler gibi…
Sofraları süsleyen o tatlar da ayak uydurdu zamana…
Gençlerin peşine takılıp gitti çoğu…
Eskiden yapılan ama artık pek bulunmayan ya da unutulmaya yüz tutmuş geleneksel yiyecekler kervanına katıldı çoğu.
Taş fırında yapılan ekmekler, eski usul reçeller, marmelatlar, mahlep kokulu kurabiyeler, sofralardan çok, anıların süsü oldu.
Osmanlı macunu, horoz şekeri, gül şerbeti de mazide kalan sokak lezzetleri arasında yer aldı.
Zaman 18 yaş düşlerini unutturuyor.
Ama büyüklerin soba başında anlattığı hikayeler…
Karlı kış günlerinde komşu sohbetlerinde içilen çaylar…
Mis kokulu gözlemeler,
Onlar hiç unutulmuyor…