Hapishaneler, evet sınırı geçtiğinizde hapishanelerle ödüllendiriliyorsunuz. Bugün bu yazıyı yazmadan önce defalarca yazmalı mıyım diye kendime sordum. Evet, bugün çok fazla suçlanılması gerekilen şey ve kişi var. Ben de yazmaya karar verdim. Dünya çeşitli sorunlarla yüzleşmek zorunda kalırken; saldırgan devletler, kötü ekonomiler, hatta ileride daha da büyük sorunlara dönüşecek olan iklim krizleri insanları göç etmeye zorluyor. Küreselleşme ile kaçınılmaz bir hale gelen göç ve dolayısıyla göçmen hayatımızda hep yer alacak olan kelimeler.
Peki kafamızda canlandırdığımız göçmen tam olarak nasıl birisi? Bir sefil? Yardıma ihtiyacı olan bir masum? Bir terörist? Ülkesini terk etmiş bir vatan haini? Kafamızda nasıl bir yeri var göçmenlerin? Türkiye dünyada sayısal anlamda en çok göçmene sahip ülkelerden birisi. Vatandaşların kaygıları elbette mevcut. Bir diğer yandan İyi idare edilememiş bir süreçten geçtiğimiz de aşikar. Ancak her durumda insanı temel alan bir yaklaşımı tarih ahlaklı olmakla ödüllendirir. Unutmayın ki göçmenler de yanlış politikalar ve kararların mağduru insanlardır. “Göçmenler değil onları göçmen yapan kişiler ve politikaları düşmanımızdır.”
Vatandaşın kaygılarını ayrıca başka bir yazımda yazmak istediğim için bugün mülteci kamplarındaki cinsiyete dayalı bir problemi sizlerle paylaşıp analizini yapmakla yetineceğim. Dünyanın dört bir yanında kamplardaki spor salonlarından, çeşitli imkanlardan bir lütuf gibi bahseden politikacıların olduklarını duymuşsunuzdur. Peki bu imkanlar kadın ve erkek bazında incelendiğinde gerekçi bir bakışla ne anlama geliyor?
Örneğin spor alanları var. Tamam, harika. Kadınlar oraya gidip burada spor yapabiliyorlar mı? Pek çok kadın bu konuda bakışlardan rahatsız olduklarını belirtmişler. Çoğu zaman kamp içinde de güvende hissetmediklerini, dönüp bunu yapan diğer mülteci erkeklere cevap bile veremediklerini çünkü korktuklarını belirtmişler. Tuvalete yalnız gitmek, yemek almaya yalnız gitmenin bile onlar için sorun olduğu bir hayattan bahsediyorum. Pek çok kadın imkan orada mevcut olsa bile erişim bakımından erkeklerle eşit şartlara sahip değiller. Kamplarda dünya genelinde tecavüz, her tür istismar, şiddet ve uyuşturucu oldukça korkutucu oranlarda yüksek. Gerçekten bir hayat mı bahşediliyor insanlara yoksa yağmurdan kaçarken sıklıkla doluya mı tutuluyorlar? Bunları yazıyorum çünkü biliyorum ki yıllar sonra gelecek nesiller bizim N*zi kamplarına baktığımız gibi mülteci kamplarına bakacaklar. Bizlerin vicdanlarını sorgulayacaklar ve buna nasıl müsaade ettiğimizi asla anlamayacaklar.
Direkt bu konuyu ele aldığımda buldukça bunuyorsun eleştirisini alabilirim ama yine de bunun sözcülüğünü üstleneceğim. Tüm gününü, aylarını ve yıllarını mülteci kamplarında geçiren insanlar var. Doğduğu andan itibaren mülteci olan insanlar var. Küçümsediğimiz sorunların onlar için ne anlam ifade ettiğini bilemeyiz...
İşte tam bu noktada gerçek düşmanı ayırt edebilmek oldukça önemli. Sıklıkla propagandaya maruz kalıyoruz ve nefret söylemlerini normalleştiriyoruz. Oysa bizler en çok o sıcak hisse sahip olabilmemizle övünürdük. Bizleri adeta pimi çekilmiş bombalara çeviren siyasi söylemleri kınıyorum. Sağduyusuz, oy için kıvranan özellikle kitle partilerinin siyasetçilerini kınıyorum.
Daha öncesinde bu çağ ile ilgili oldukça umutsuz olduğumu belirtmiştim. Oysa belki de sırf bu yüzden bu çağda yaşıyoruz, bu çağın umutsuzluklarını umuda dönüştürebilmek için...