Yurtsuz, topraksız, belgesiz, kimliksiz ve sınırsız sömürünün mağduru... Ercüment Akdeniz Göçmen Sendikası Girişimi'nde yazdığı yazısında modern köleliği ve göçmen işçiliği kıyaslarken bu ifadeleri kullanmış ve çok önemli bir noktaya değinmiş: Bir yandan siyaset "Sınır Namustur." propagandası yaparken diğer yandan bu sınırlar burjuvaların istediği kadar göçmen işçi transferine kapı açıyor, yani hiçbir zaman geçişleri sınırlanmıyor. Yazının devamında ise kölelik ve göçmen işçilik üzerine pek çok ortak noktaya işaret ediyor. Kimliklerine el konulanlar, ücretsiz saatlerce çalıştırılanlar, ihbar edip ülkene geri yollarız / seni hapse attırırız diye tehdit ve şantaja maruz kalanlar, işte insani olmayan muameleye maruz kalanlar...

Görünmez emek gücü olarak göçmen işçilere sistem muhtaç çünkü günümüzde işçiyi sömürmek halen çok kolay ama bundan daha kolay olan göçmen işçiyi sömürmek ve burjuva bunun farkında. Kimseye merhamet borcumuz olduğu için insanları ülkelerimize kabul etmiyoruz (kaldı ki bir borcumuz var, 1951 Cenevre Sözleşmesi bunu temel bir insan hakkı olarak kabul ediyor ve biz de bu sözleşmeye tarafız), bu bize söylenen... Kabul ettik çünkü iyi insanlarız ve iyi olduğumuz için ülkemiz göç yoluyla işgal ediliyor, deniliyor. Bu söylemler zaten eşitsiz ilişkilere mahkum göçmenin siyasi ve ekonomik haklarının başına bir kez daha tas vuruyor. "Burada olduğuna şükretsin." Bu ifadeler tanıdık geliyor değil mi?

Diğer yandan sömürü dediğimiz şey varsa hep daha büyük bir balık oluyor. 2016'da Avrupa Birliği ile imzalanan, göçmenlerin geri gönderilmesi üzerine olan anlaşmanın benzerini geçtiğimiz yıl İtalya Arnavutlukla, Almanya ise birkaç Batı Afrika ülkesi ile imzaladı. Merkez ülkeler çevre ülkeleri bir mülteci kampı olarak kullanıyor ve temel mantık aslında aynı: Buralar bir insan deposu ve filtreleme aracı, merkeze gelmeden çevrede tutalım, ihtiyacımız oldukça sözleşmeli alıp geri yollayalım.

İnsanlar sistemde tam da böyle kayboluyorlar... Gittikleri yerde maruz kaldıkları ırkçılık, yüksek düzeyde sömürü sonra da "İşimiz bitti hadi geri dönün." mantığı bize okurken ilham veren ama pratikte dürüstlüğünü sorgulatan Avrupa Birliği değerlerini bir kez daha hatırlatıyor. Bu değerler göçmenler için de geçerli mi? Mevcut ekonomik krizi göçmenlerle kamufle etmeye çalışıp sonra da buna göçmenler sebep oluyor, diyen bir siyaset zemini hazırlayan partilerin yüksek oylar alması ne kadar övünülen Avrupalı değerlerle uyumlu?

Eşitsiz ilişkilerin tamamen normalleştiği bir yüzyıldayız ve geçtiğimiz asrın kazanımlarına tek tek veda ettiğimiz bir dönemdeyiz. Nasılsınız sevgili sosyal demokratlar, sermaye emek uzlaşınız bu problemleri ne kadar ele alıyor? Yok çok üzgünüm, bu yazının şamarından siz de kaçamayacaksınız... En son ne zaman "emek" kelimesini cümle içerisinde kullandınız? Siyaset sağa kaydı kimse işçi mişçi önemsemiyor biz de çok dillendirmeyelim zaten siyasi karşılığı da yok, diye mi düşünüyorsunuz yoksa? Sosyal demokrasinin aslan kesildiği zamanlar nedense hep halkın bilinçlenip haklarını kavradığı zamanlar oluyor. Böyle kriz zamanlarında, tüm politik cetvel sağa kaymışken sosyal demokratlar biraz şeylerdir, kedi gibi. Bunu kendi ülkemiz için söylüyorum sanıyorsunuz değil mi? Hayır. Sosyal demokrasinin genel eğilimi işçi sınıfı temel soruları sormaya başladığında ve haklarını tırnaklarıyla sökerek aldığında ortaya çıkıp sermayenin arkasını toparlamaktır. Böyle kriz zamanlarında, kriz senin benim için kriz bu arada zengin çok daha zenginleşiyor, sosyal demokratlar hiçbir krizi çözemezler ve tartışmalı konulara giremezler. Tarihte aksi bir örnek olsa bu kadar üzerinize gelmezdim.

Evet geçen yazımda da belirttiğim gibi Eylül ayında en az 206 işçi hayatını kaybetti, son 9 ayda 1566 işçi... Ölü sayısı belirli bir üst sınırı aşınca sanıyorum sadece bir veriye dönüşüyor, zaten bu yüzyılda "Her şey pahalı, insan canı ucuz."