En son 2012 yılında katıldığımız Eurovision yarışmasının üstünden sahi ne kadar çok zaman geçmiş... Severek takip ettiğimiz, tüm gece ne olup bitiyor, hangi ülke hangi şarkıyla katılmış, kim ne giymiş nasıl dans etmiş... Incık cıncık her şeyiyle bu eğlenceli akşamı yaşama ve kendimizden bir şeyleri görme, dünyaya kendimizin sanatsal yönünü gösterme şansımızı elimizin tersiyle itmemiz inanılmaz can sıkıcı.

Üstelik bu durumda herhangi bir geri adım atılmıyor. Sadece eğlence olarak düşünmek bile yeterince büyük bir motivasyonken bunun politik, kültürel, diplomatik pek çok yanı var. Durduk yere kendimizi izole etmemizin makul hiçbir zemini yok. Bunun üstüne düşünülüyor mu ondan bile emin değiliz çünkü ne yazık ki mevcut bir açıklamaya rastlamak da mümkün değil. 

Zaten bizler ülkemizin jeopolitik konumuyla sürekli övünen insanlar topluluğu olarak çocuklarımıza doğdukları andan itibaren Türkiye'nin harika bir köprü, medeniyetlerin birleştiği nokta olduğunu aşılarız. Ama bizim sadece yaşadığımız topraklar köprü görevi görüyor, onun haricinde herkes tarafını çok şükür çoktan tutmuş. Kendince doğuya yönelen batıyı, batıya  yönelen doğuyu görmezden gelmeyi ve "düşman" ilan etmeyi seviyor. Bu da tarihimizin kabak tadı noktasıdır. 

Her şeyi bir iddiaya çevirmek ise sanılanın aksine ideolojileri pekiştirmez, sadece burjuvalaşmamış, inadım inat diye tutturan bir toplum, dolayısıyla siyasî temsiller yaratmış oluyoruz. Yani demem o ki," İkimiz birden de sevinebiliriz, göğe bakalım!"