2007 yılında, sonradan kitaplaştırılan bir çalışmanın saha araştırması için gittiğim Erzurum'da yaşadıklarım bende herhalde bir Erzurum hassasiyeti oluşturmuş olmalı. Ne zaman ki, bir vesile ile Erzurum gündeme gelir, hemen bu kentteki birkaç günlük misafirliğimi hatırlarım. Ekrem İmamoğlu mitinginde yaşanan saldırı ve sonrasında belediye başkanının yaptığı 'Erzurum milliyetçi şehirdir' açıklaması vesilesiyle bir kez daha o günler aklıma düştü.
AKP'ye dair iyimser düşüncelerin hakim olduğu o tarihlerde, Prof. Dr. Şerif Mardin, mahalle baskısını gündeme getirmiş, kimileri, bu değerlendirmenin gerçekliğini sorgulamaya başlamıştı. Mardin, özetle ifade etmek gerekirse, muhafazakarlığın hakim olmasıyla birlikte seküler çevrelerin kendilerini dışlanmış hissedebileceğini belirtiyordu ki, tam da dediği gibi oldu. İslamcı siyaset, Türkiye tarihinin en ceberrut iktidarını kurdu ve önceden fetişleştirdiği sandığı bile tanımaz aşamaya geldi.
Mardin'in tezi ne kadar doğru idi? İşte bu sorunun yanıtını aramak üzere Erzurum'a gitmiştim.
Ben Orta Anadolu'nun bozkırında büyümüştüm ve memleketim olan Sivas'ı da bağnaz bilirdim. Gelin görün ki, Erzurum'daki siyasi ve toplumsal havayı koklayınca, Sivas'ın Erzurum'un yanında Paris kaldığını söylemeliyim. İnsan buna sevinsin mi üzülsün mü bilemiyorum.
Aylardan Ramazan idi. Muhafazakar baskının, büyükşehirleri hariç tutarsak her yerde alabildiğine hissedildiği bir ay bu. Oruç tutanlar için 11 ayın sultanı, tutmayanlar için tam bir zulüm. Aslında İslam dini, seferi veya hastalık durumlarında oruç tutulmamasına imkan tanıyor. Ancak Erzurum'da kimse seferiliği de hastalığı da takmıyor bile. Kim ki, bir şey yese onu yiyorlar resmen. Ben de iki kez dayak yeme riski ile karşı karşıya kaldım.
Sivas'ta Ramazan ayında açık bir-iki yer mutlaka olur; Erzurum'da hiçbir şekilde mümkün değil bu. Eğer bir şeyler yiyip içmeniz gerekiyorsa tek seçeneğiniz, turizm belgeli otellere gitmek. Onun dışında tüm lokantalar kilitli ve ancak iftarda açılıyor. Zaten bu durumu bilen turizm şirketleri de, tatsız bir olayla karşılaşmamak adına Ramazan ayında Erzurum'u seyahat programlarından çıkarıyorlar.
Erzurum'daki ticari hayat büyük ölçüde tarikat ve cemaatlerin elinde bulunuyor idi; hatta, her sektörde ayrı bir tarikat-cemaat hakimiyeti vardı ve aralarında sektörleri paylaşmış gibiydiler. Bugün de aynı durumun sözkonusu olduğuna eminim.
Aslında Erzurum'u, Trabzon'dan ayrı düşünmemek lazım… Trabzon'un sert milliyetçiliği Erzurum'a sirayet etmiş durumda veya Erzurum'daki iklim Trabzon'u etkiliyor. Milliyetçilikte yarışan her iki kentin birbirini beslediğini söylemek mümkün… Bir medreseler ve camiler kenti olan Erzurum'un güneyinde ise Muş ve Bingöl gibi muhafazakarlıkları ile ünlü kentler yeralıyor.
Ünlü yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, 'Beş Şehir' adlı o muhteşem eserinde 'yaylaların gülü' olarak tanımladığı Erzurum halkı için 'vatanperver' der. Şehrin çok kültürlü yapısını vurguladığı satırları da hayli dikkat çekicidir:
'Her türlü kıyafette bir kalabalığın çarşı pazarını doldurduğu, saraç, kuyumcu, bakırcı, dükkanlarıyla senede o kadar malın girip çıktığı hanlarıyla ambarlarıyla, eşraf ve ayanı, esnafı, otuz sekiz medresesi, eli dört camisiyle, İran transitin beslediği refahlı ve mamur Erzurum'
'Her türlü kıyafet' ifadesi, farklı etnik ve dinsel grupların yaşadığı anlamına geliyor. Ama bugünün Erzurum'una bakıldığında, insan Tanpınar'ın satırlarını hayretle ve gerçeklik duygusunu yitirmiş bir ruh hali ile okuyor. Acaba, Tanpınar, şimdi olsa her şeyin tekleştirildiği, hoşgörünün kaybedildiği, sadece Türk ve Sünni giysi ile dolaşılabilen bugünkü Erzurum için ne derdi?
Sanırım kalemini kırardı.