Tarihin hesaplaşmalarına takılıp kalmamak, onlardan dersler çıkarmak, düşmanlıkları dostluklara çevirmeyi başarmak, geçmişteki hatalara, mağlubiyetlere de serinkanlılıkla bakabilmek, gerektiğinde özeleştiri verebilmek devletleri büyük ve güçlü yapıyor. Yoksa efsaneleştirilmiş bir geçmişin esiri olmak, tecrübelerden hiç ders çıkaramamak, kusuru hep başkalarında bulmak, tarihi hamasetten ayıramamak, düşmanlıkları ebedi ve ezeli zannetmek bir devleti büyük yapmıyor…

Görüyoruz ki siyasetçiler, sıkışınca hemen hamasete başvuruyor. Nasıl mı? Geçmişte örneğin Turgut Özal ‘‘Siz bizi 70 milyon olunca görün.” demişti. Gördük!... Bugün nüfusumuz 86 milyon. Ancak nüfusla büyük devlet olunmuyor. Türkiye’nin güçlü, ayakları yere basan, sözüne itibar edilen, bölgesinin aktörü bir ülke olduğu fikrinin hayata geçmiş halini görmeye artık çok ihtiyacı var… Güçlü bir ekonomiye, bilimsel düşünen beyinlere, dünya politikasını iyi bilen hariciyecilere, gelişmiş teknoloji ile her türlü silah, hava araç gereç ve malzemesini kendi üreten silahlı kuvvetlere sahip, milli politikaları uygulayabilecek "uzak görüşlü" devlet adamlarına sahip olunduğunda büyük devlet olunabilir.

En büyük iktidar bizim iktidar demekle büyük ülke olunmuyor. Büyük devlet büyük ekonomiler yaratmakla olur. En büyük asker bizim asker, demekle de asker büyük olmuyor. Güçlü ordu, güçlü millet nerede kaldı? Şimdi ‘’güçlü millet, güçlü ordu’’ sloganı gündeme getirildi. Bu siyasi bir kavramdı. Bugün bizimkiler-ötekiler diye iki’ye ayırmakla ne büyük adam olunur ne de büyük devlet…

Devletin büyüklüğünü şöyle kabullenebiliriz: Osmanlı Vezirinin dediği gibi mesela: “Siz içerden, onlar (?) dışarıdan yıkmaya çalışsalar da dünyanın 17. büyük ekonomisi olunca, bu iddia ciddiye alınabilir. Gördüğümüz ise, bir avuç siyasi (yandaş) devlet sayesinde büyüdükçe bizim ne denli güçsüz olduğumuz vuruluyor yüzümüze. Ama aldıran yok…

Çağdaş devlet çağında yaşayan, evrensel normlarda çağdaşlığı benimsemiş bir toplum olmakla eşdeğerdir. İktidarın başı şöyle diyor: ‘’783 bin kilometrekare vatan toprağında yaşayan vatandaşımın iktidarıyız.’’ Dışarıda bütün diplomasi kurallarını yıkan, önüne gelene (kişi ya da devlet) bağırıp çağırarak, yurtta barışı ve dünya barışını tartışmaya açmakla büyük devlet olunmaz. Dünyada sergilediğimiz etkili, etkin, çaplı dış politikaya süreklilik kazandıramadığımız için dışarıdan hiç de öyle algılanmıyoruz. İçerde ise bir avuç çapulcunun ayağına giderek acz içinde olduğumuz ise apaçık ortada…

Geçmişi de hatırlamamız gerekiyor 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla çok partili hayata geçtik. Bu dönemde koalisyonlarla da tanıştık.1965 seçimleriyle-12 Mart ve 12 Eylül’ü de gördük. Bütün bunlar demokrasiyi hazmedememizin sonucuydu.1983-2002 seçim dönemlerinde çeşitli hükümetler iş başına geldi geçti.2002 yılında yapılan seçimle tek parti dönemine döndük. Mevcut iktidar tarihimizi doğru okuyamadığı için yeni Türkiye nitelemesiyle 23 yılı geride bıraktı. Şimdilerde yaşadıklarımızı tarihçilerimizin yorumuna ve saptamalarına bırakıyorum…

Hukuk devleti olmadan, asla büyük devlet olunmaz. Ülkeyi yönetenler; kendilerine göre değil, toplumun huzuru ve güvenliği için kanunları çıkardıklarında büyük devlet olunabilir.
Yönetenler,"büyük vizyon, misyon sahibi olduklarında" bulundukları bölgenin mitolojisinden, insanlarının sosyo-politik, sosyo-ekonomik kültürlerini bildiklerinde büyük devlet olunur.