Barınma hakkı, vazgeçilmez temel bir insan hakkı olarak tanımlanır; bu hak Anayasa tarafından da tanınıp güvence altına alınmıştır. Nitekim, Anayasa'daki Madde 36 bu konuyu düzenler ve 'Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir. Devlet bu hakların gerçekleşmesi için şehirlerin ve diğer yerleşim birimlerinin tarihi ve kültürel nitelikleri ile çevre değerlerini de esas alan bir plan çerçevesinde gerekli tedbirleri alır.' der.

Ancak hiç uygulanmayan ne anayasa hükümleri biliyoruz; bu hüküm de onlardan biri.

Türkiye'de artık barınma çok önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Eskiden emekli ikramiyesi ile bir ev bir araba alınabilir ayrıca çoluk çocuğa küçük bir işyeri de açılabilirdi. Zaman içinde artan ekonomik kayıplara bağlı olarak ya ev ya araba tercihi ile karşı karşıya kalındı. Halihazırda emekli ikramiyeleri, birikmiş borçların ödemesinde kullanılıyor.

Yani, o eski hayaller artık kurulamıyor. Pembe panjurlu ev hayalinin yanından bile geçilemiyor.

Çünkü, birkaç gün önce inşaat maliyet endeksleri açıklandı. Buna göre, endeks ocakta bir önceki aya kıyasla yüzde 15,24, yıllık bazda yüzde 79,91 yükseldi. Aylık bazda malzeme endeksi yüzde 10,12, işçilik endeksi yüzde 33,83 arttı. Yıllık bazda da malzeme endeksi yüzde 98,20, işçilik endeksi yüzde 41,02 artış gösterdi. Bu, maliyetlerdeki aşırı yükselme nedeniyle ev sahibi olmanın bir mucizeye dönüştüğünün verisi... Barınma ihtiyacını karşılayacak bir planlamanın uzun yıllardır yapılamaması, ayrıca, konut sektörünün bir rant alanı haline getirilmesinin ortaya çıkardığı faturanın giderek ağırlaşacağını söylemek kahinlik olmasa gerek. Nitekim, Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre Türkiye'de ev sahibi olma oranında son yıllarda ciddi bir düşüş gözleniyor. 2014 yılında yüzde 61,1 olan ev sahipliği oranının, 2019'da yüzde 58,8'e, 2020 yılında yüzde 57,8'e gerilediğini anımsayalım. Oysa Türkiye'nin dahil olmak istediği AB'de vatandaşların yüzde 70'i kendi evlerinde yaşıyor.

Bu tablonun pozitif yönde değişmesi zor… Çünkü bunca yoksulluğun içinde, her 4 gençten birinin istihdam dışı kaldığı, asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği bir ülkede konut sahibi olmak şanslı kullara nasip olacak bir ayrıcalık haline geldi. Gayrimenkul piyasasına bakıldığında görüleceği gibi en ucuz konut 400-500 bin liradan başlıyor, bir trilyon lira ortalama fiyat kabul ediliyor artık. Karnını doyurmanın derdine düşmüş mülksüzler için bu rakamlar hayal ötesidir.

İslamcı televizyonlarda çaresiz kalmış insanlara yapılan 'ev sahibi olmak için okunacak dua' aktarımlarının kimi, ne zaman, nerede ev sahibi yaptığı konusu bilinmez ama Türkiye'de şu an binlerce insanın, değil ev sahibi olmak, kirasını bile ödeyemez kadar acziyet içinde olduğu malum. Nitekim, Derin Yoksulluk Ağı'nın araştırmalarına göre, kirasını ödeyemediği için evden atılma riski ile karşı karşıya kalanların sayısı artıyor.

Derin Yoksulluk Ağı'nın kurucusu Hacer Foggo'nun çektiği İstanbul fotoğrafı, anayasadaki Madde 36'nın hükümsüz kaldığını gösteriyor bize.

'Günlük 5 doların altında bir gelirle giyim, barınma, gıda gibi temel ihtiyaçları karşılamaya çalışan insanlardan bahsediyoruz. 40 liranın altında yaşamaya çalışan insanlar. Bu insanlarla ilgili en dikkat çekici durumlardan biri, sık sık ev değiştirmeleri. Bu ev değiştirme hali, lüks ya da mekan değişikliği arzusundan kaynaklanmıyor. İnsanlar birbirine taşınıyor ve evlerini birleştiriyor. Kaldı ki bu bir dayanışma da değil, tam anlamıyla bir zorunluluk hali. Elektriği, suyu veya doğalgazı kesilenler, ev sahipleri kapıya dayananlar, örneğin kardeşinin evine taşınıyor. Kardeşi de kapıyı açıyor, ama 'Hoşgeldiniz' diyerek açmıyor. Çünkü o da aynı durumda ve bunu yapmaya onun da ihtiyacı var. Ortaya çıkan bu toplu yaşam, tamamen zorunluluktan kaynaklı. Bunun nedeni yoksulluk ve süresi belli değil. Bir deprem halinde ortaya çıkan bu toplu yaşamda, 'Önümüzdeki yıl durumumuz daha iyi olacak' diyebilirler, ancak burada bunu söylemek imkansız.'

Foggo'nun son cümlesi önemli… Depremden beterini yaşıyoruz.