Afganistan'da radikal İslamcı Taliban örgütünün Kabil'i ele geçirmesinden sonra sosyal medyaya düşen çok dehşetengiz bir görüntü vardı. Taliban'ın kendilerini öldüreceğini düşünen binlerce insan Kabil havaalanında kurtarıcı bir uçak bekliyorlardı. Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla bu kalabalık, sivil toplum örgütlerinde çalışan, batı ülkeleriyle işbirliği yaptığı düşünülen insanlardan oluşuyordu; dolayısıyla Taliban'ın eline geçtiklerinde kafalarının kesileceğine inanıyorlardı.
O görüntülerin birinde bir uçağın havaalanına inmesiyle canhıraş koşuşturma başladı. Çaresizlik içindeki insanların çığlıkları, feryatları, çağın acımasızlık harcıyla örülmüş duvarlarına çarpıp durdu. Her biri uçağın içine girmeyi başaran şanslı kişi olmak istiyordu. Gelin görün ki, uçağın alabileceği insan sınırlıydı. Dışarıda kalanlar uçuş takımlarına tutunarak uçak mürettebatının merhamet duygularını uyandırmaya çalışıyordu. Pilotun, ölümü göze alarak uçağın kanatlarına yapışan insanlara karşı insaflı davranarak, uçağı durduracağı ve onları içeri alacağı umuluyordu. Oysa binlerce insanın doluştuğu alan mahşer yeri kalabalığına sahipti ve ancak birkaç yüz şanslı insan, o hayal edilen kurtuluşu gerçeğe dönüştürebildi.
Nitekim, uçak havalandı. Yükseldi, yükseldi... Boşlukta birkaç karaltı belirdi ve uçuş takımlarından düşen Afganlılar, yere çakıldılar. İnsanlığın gelecekte yazılacak olan tarihinde hiç kimsenin unutamayacağı, hatırlayınca utanacağı, insanlığı sorgulayacağı bir dehşet anı olarak hafızalara kaydedildi.
Zaman acımasız... Çok geçmeden unutulup gitti. Ölenlerin ne kimliklerini öğrenebildik ne mezarlarını...
Taliban'ın ülkeyi cehenneme çeviren bağnazlığından bugüne kadar kaç kişinin hangi ülkelere kaçmak zorunda kaldığını tam olarak bilmiyoruz. Ama sayının hayli fazla olduğu tahmin edilebilir. Zira, Taliban, radikal uygulamalarına devam ediyor.
Dünya kamuoyuna ılımlı olacağına dair mesajlar veren Taliban, kadınların uzak mesafelere tek başlarına gitmelerini yasakladı, müzik aletlerini parçaladı, yakalanan alkollü içkileri döküp ağır cezalar vermeye başladı. Bağnazlığın son kurbanı ise vitrin mankenleri oldu. 'İyiliği Emretme, Kötülüğü Men Etme Bakanlığı' put oldukları gerekçesiyle vitrin mankenlerinin kafalarını kestirdi.
Batı, bu ilkel din anlayışı karşısında şaşkın, Müslüman dünya ise zaten Taliban'ın uyguladığı dinsel pratik ile sadece ton farklarına sahip; dolayısıyla umurunda bile değil. Zaten, Ağustos ayında yaşanan şok da atlatılmış ve Afganistan dinsel taassubun karanlığına terk edilmiş durumda. Haliyle Taliban'ın nefessiz bıraktığı insanlar, ülkeyi terk etmenin yollarını arıyor ve sınırlarda büyük dramlar ortaya çıkıyor. Şu günlerde mevsim kış olduğundan donarak ölmüş göçmenlere de sıkça rastlanıyor.
En son İran sınırında bir kadın cesedi bulundu. Afganlı kadının ayaklarında ne ayakkabı ne çorap vardı, hiçbir koruyuculuğu olmayan bir poşet bulunuyordu sadece. Sonu ölümle biten bu göç öyküsünün ne büyük trajedi barındırdığı sonradan anlaşıldı. Çünkü, giysilerini, iki çocuğuna giydiren anne kendini adeta feda etmiş, çocuklar da köylüler tarafından kurtarılmışlardı.
Dünya yeni bir yıla girerken, uzaklarda, coğrafyası kadar garip bir kadın, karartılmış ömrünü, beyazlıklar içinde tamamladı. Geleni gideni olmayan kimsesizler mezarlığına bir çentik daha atılırken, geride, ölümü göze alma pahasına ülkesini terk eden adı sanı belirsiz bir insanın donmuş cesedine ait fotoğraf kaldı.
O fotoğraf, çekilen acıların, çağın merhametsizliğinin, zalim yönetimlerce hayatı alt üst edilenlerin yaşadığı çaresizliğin şahidi olarak insanlık albümündeki yerini aldı.