Bir gece uyudular ve uyanamadılar. Uyanabilenler, korkunç bir felakette sevdiklerini, bir ömür boyunca çalışıp emek vererek sahip oldukları tüm varlıklarını kaybettiler. Ne öpüp koklayacakları yakınları var artık, ne evleri ne anıları ne bir fotoğrafları. Hepsi adressiz şimdi… Sadece dün değil, bir neslin yarınları da o 1.5 dakikalık sarsıntıda yitip gitti.

Hayat ne tuhaf!

Böyle büyük bir felakette, sevdiklerinin, çiçek dikip, toprağını sulayacağın bir mezarı olduğunda teselli buluyorsun. Çünkü binlerce insan kayıp ve kim bilir hangi enkaz alanında vücut bütünlüğünü kaybetmiş olarak toza toprağa karıştı. Kayıp çocuklar ise dram içinde dram barındırıyor.

Ruhen dağıldık, paramparçayız.

Sanki sonsuza kadar sürecek bir matemin içine düşmüş gibiyiz.

İçimizde ranta dayalı bu sistemi kuranlara, şehirleri yaşanmaz hale getiren belediyelere, aç gözlü müteahhitlere, bir kat daha fazla inşaat yapabilme uğruna imar barışı vaat edenleri destekleyenlere ve bu rant arzusunu siyasi güce kavuşmak uğruna istismar eden iktidarlara, imar çetelerine, halkın yaşadığı acıları devletin kutsiyetine kurban eden, gerçekleri örtbas etmekle meşgul medyaya karşı zor zapt ettiğimiz bir kızgınlık ve öfke var. Hepimiz kontrol edilemeyen bir yamyamlığın, acımasız neoliberal düzenin kurbanları olduğumuzun farkındayız ve mutsuzuz.

Kendimize, çocuklarımıza nasıl bir gelecek kuracağız ve bu felaketle nasıl baş edeceğiz hiç bilemiyorum. Çünkü felaket çok büyük ve halden anlamayan, bildiğinden şaşmayan, kibirli, akıl dışı politikalara saplanıp kalan, tek düşündüğü kendi iktidarı olan bir siyasi güç var karşımızda…

Biz varlık yokluk mücadelesi verirken bile rantı düşünmekten vazgeçmeyen, yasakçı zihniyet öyle bir halet-i ruhiyeye sahip ki, sanki yeraltındaki fay hatlarını muhalifler harekete geçirdi. Sanki, depremi Cumhur ittifakı kaybetsin diye yapay şekilde onlar ürettiler. Ülke taziye evine dönmüş ama her biri tehdit, hakaret, aşağılama sözcüklerini peşpeşe sıralamakta beis görmüyor. Her gün birinden azar işitiyoruz, her gün 'bugün kim hakaret edecek' diye gerilip duruyoruz. Milyonlarca insan devletini yanında bulmak isterken üstesinden gelinemeyen her sorunda tehdit dilinin, nefret söyleminin tedavüle sokulmasından medet umulmasından artık bıktık; yorulduk.

Fiyatlar alıp başını gittiğinde, zincir marketler terörist ilan ediliyor, 'devlet nerede?' sorusu duyulmasın diye Twitter kapatılıyor. İktidarı memnun etmeyen karar çıksa Bahçeli 'kapatın Anayasa Mahkemesi'ni' diye haykırıyor. Yetmiyor, 'Türk Tabipleri Birliği'nden Türk ibaresi çıkarılsın' diyor. İktidar, öğrenci muhalefetinden çekindiği için üniversiteleri kapatıyor.

Bahçeli şimdi de statların seyirciye kapatılmasını buyurdu. Çünkü, önce Fenerbahçe taraftarları 'Hükümet istifa' sloganları attı, ardından Beşiktaş tribünlerinden duyuldu o ses. Beşiktaş Spor Kulübü Çarşı grubunun Antalyaspor karşılaşmasında depremzede çocuklar için yaptığı jest, Bahçeli'yi rahatsız etmiş olmalı. Beşiktaşlı taraftarların, depremzede çocuklara gönderilmesi için yanlarında getirdikleri oyuncakları sahaya attığı görüntünün, umutsuzluğun karabasan gibi toplumun üzerine çöktüğü bir dönemde yeşerttiği umuttan korkmuş olmalı.

Basın açıklaması, konser etkinlikleri zaten yasak… Yani milliyetçi muhafazakar siyasetin bildiği tek şey yasaklamak ve kapatmaktan ibaret.

Gelin görün ki, yolun sonu görünüyor.