Büyük Ortadoğu Projesi’nin yıkım aşaması tamamlandı; şimdi inşa evresine geçildi. Tunus’ta Arap Baharı eylemleriyle başlayan süreç, Suriye’deki Baas rejiminin devrilip yerine cihatçı HTŞ’nin geçmesi, ablukaya alınan ve haziran ayında İsrail saldırısına uğrayan, yeni bir saldırının da gün saydığı İran’ın bölgedeki nüfuzunun kırılması, İsrail’in etki alanının artmasıyla nihayete erdi.


Ortadoğu’nun yüzyıl önce şekillendirilmiş haritasının değişeceği, bölgenin yeniden dizayn edileceği artık tartışmasız. Zaten küresel aktörler de yıllardır kapalı kapılar ardında konuşulan projeyi açıkça ifade etmeye başladılar.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, “güçlü ulus devletler İsrail için bir tehdittir” diyerek nasıl bir düzen istendiğini ifşa etti. “Ortadoğu diye bir şey yok aslında. Kabileler, aşiretler var. Ulus devlet, 1916’da İngilizler ve Fransızlar tarafından ortaya çıkarıldı” diyen Barrack, Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcıların Yeni Osmanlıcı, ümmetçi hayallerini kışkırtmak istercesine “Osmanlı millet sistemi”ne övgüler dizdi:
“Osmanlı İmparatorluğundaki ‘millet sistemi’ yüzlerce yıl farklı grupların merkezi sistemde varlıklarını sürdürmelerine imkân verdi. Türkiye, tüm bunların merkez noktası olabilir, Suriye’de gördüğünüz üzere. Suriye'de olanların büyük bir kısmı, Türkiye ve liderliği sayesinde gerçekleşiyor.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise sık sık “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile siyasal İslamcıların zihninde var olan ve ümmete referans yapan “medeniyet coğrafyası, gönül coğrafyası” söylemiyle Barrack ile söylem ve eylem birliği içinde olduğunu saklamıyor. Erdoğan’ın hayalinde, kendi liderliğinde ümmeti inşa etmek, yani Sünnilik temelinde bir devlet ve toplum düzeni var ve biz bunu biliyoruz, şaşırmıyoruz.
Bu düzende, bütün yurttaşların eşitliği yok, demokrasi, insan hakları, özgürlükten yana tutum yok. Koyu dinsel bir taassubun içinde yoksul ve cahil kitleleri din ile uyutmak var.

Erdoğan siyasal İslamcı gelenekten gelen biri olarak Yeni Osmanlıcı hayallere, ümmet fikrine sahip olabilir. İşin tuhaf yanı yıllardır kendini sol veya liberal olarak tanımlayan, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri savunan çevrelerin ümmet fikrine entegre olmalarıdır. Ortak düşman olarak tanımlanan Kemalizm/Cumhuriyet karşıtlığında gerçekleşen bu buluşmanın siyaseten Türkiye’yi taşıyabileceği nokta olsa olsa yeni bir Ortaçağ karanlığıdır.
ABD, İsrail ve Türkiye’nin siyasal İslamcılarını aynı çizgide buluşturan ümmet savunuculuğu bu kez PKK çevrelerinden geldi. Aslında, bunu yeni bir durum olarak nitelendirmek yanlış; çünkü Öcalan 2013 Nevruz mektubunda din kardeşliği temelinde sorunun çözülebileceğini belirtmiş, “demokratik İslam” kongreleri, sivil Cuma namazları ile de din vurgusunu artırarak muhafazakar kesimlerden toplumsal destek sağlama arayışına girmişti. Artık bu vurgular daha sık daha net şekilde yapılıyor.

Örneğin Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Fırat Haber Ajansı’na verdiği son röportajında, “Ümmet anlayışı bizi birleştirdi, ulus devlet dağıttı” diyerek ümmet övgüsüne girişti. “Ümmet anlayışının Kürtlerle Türklerin Bizans’a karşı ortak durmasını sağladığını, ulus devlet zihniyetinin tarihsel kardeşliği parçaladığını” söyledi.
Bazı sosyalistlerin de bu noktada “çok kültürlülük” söylemi üzerinden ümmet projesini meşrulaştırma çabası içine girdikleri dikkatlerden kaçmıyor.
Karşı karşıya olduğumuz tablo artık nettir. İsrail’in hayal ettiği şey “Büyük İsrail Projesi”dir. ABD, Büyük İsrail projesini de içine alan Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirme derdindedir ve bölgede mikro devletçilikler peşindedir. Erdoğan’ın hayali ise ümmetin lideri olmak…
Türk ve Kürtlerin yıllardır mücadelesini verdikleri şey ise din/mezhep temelinde yönetilen değil yurttaş olarak tüm hakları tanınmış ve yasal güvenceye kavuşturulmuş bir ülkede refah içinde yaşamak…