Ulusal Kurtuluş mücadelesinin önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün 87’nci ölüm yıldönümünde pek çok tuhaflık bir arada yaşandı. Bu tuhaflıklar, çeşitli tarikat ve cemaatlerin tutumlarından resmi makamların bugüne kadar alışık olmadığımız anma biçimlerine oradan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Kasım konuşmasına kadar uzanıyor.
Parçaları bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan manzara, siyasal İslamcıların, bugüne kadar çarpışa çarpışa yenemedikleri Atatürk’ü dışarıda bırakarak/reddederek değil, içine alarak ama başkalaştırarak veya Atatürk konusunda daha ılımlı mesajlar vererek toplumun muhalif kesimlerinde bir sempati yaratmaktan ibaret sanki.
Kocaeli Valiliği ve il müftülüğünün Atatürk için camilerde mevlit okutulması yönündeki talimatı, bu başkalaştırma çabasının ilginç örneklerinden biri olarak duruyor.
Hepinizin bildiği gibi Atatürkçülüğün sağ Kemalizm, sol Kemalizm gibi versiyonları var ve anlaşılan o ki, Siyasal İslamcılar da konjonktüre uygun biçimde Atatürk’e kendilerinin uygun gördükleri bir elbiseyi giydirmekten yanalar.
Atatürk, aydınlanmacı ve pozitivist dünya görüşüne sahipti ve bu duruşu onu dine karşı mesafeli kılıyordu. Nitekim, din-ü devlet geleneğinin asırlardır sürdüğü bir coğrafyada laiklik, bilimsellik, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması gibi konularda gerçekleştirdiği reformlar, bir İslam toplumu için oldukça radikal yeniliklerdi. Hilafetin ve hanedanlığın kaldırılması, ilahi gücün, egemenlik kaynağı olmaktan çıkarılması, “sultanın kulları”nın, yerini “yurttaş”a bırakması, bugün yeniden hanedanlığa ve hilafete geçiş düşüncelerinin hortladığı düşünüldüğünde ne kadar ileri adımlar olduğu aşikardır.
Türkiye, tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi bir hanedanın malı mülkü değil, bütün yurttaşların ülkesidir bugün…
Bu ülkede çeşitli etnik ve dini grupların sorunlarının olduğu, ayrımcılıklara, devlet şiddetine uğradığı doğrudur ve demokrasisi de eksiktir. Ancak demokrasi ayağının tamamlanması, siyasal İslamcıların hareket noktasından mümkün olmayacağı/olamayacağı 23 yıllık AKP iktidarı ile anlaşıldığı içindir ki, 10 Kasım’larda Anıtkabir’e gidenlerin sayısı her yıl gittikçe artıyor.
Cumhuriyet, eksiklerine, yanlışlarına rağmen bir ideal sunmuştu, demokrasiye ulaşmak ihtimal dahilindeydi ama siyasal İslamcıların ideali Ortaçağ karanlığı, dini taassup olunca toplum mevcut kazanımlarını korumanın derdine düştü. Siyasal İslam iflas etti. Tıpkı Oliver Roy’un yıllar önce tespit ettiği üzere gücü elde ettiği her yerde ceberrut karakterini ve demokrasi ile laiklik ile barışık olmadığını kanıtladı. Siyasal İslam iflas etti ama fıtratı icabı, kendi handikabını da aşamıyor, halkı, kurmak istediği düzen için ikna edemiyor.
Resmi makamların mevlit okutma çabası, ortamın yumuşatılmasını amaçlıyor olmalı. Ancak, cami cemaatinden epeyce bir kitle de buna karşı çıktı. Hatta, pek çok ilde Atatürk’ün din düşmanı olduğu dolayısıyla mevlidi hak etmediği ifade edildi; ilginç olan mevlit okutulmasını protesto edenlerden gözaltına alınanların olmasıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 10 Kasım’la ilgili düzenlenen törende yaptığı konuşmada, bugüne kadar ağzından zor çıkan “Atatürk” ifadesini birkaç kez kullandı.
"Güya Cumhuriyetimizi yüceltmek adına şanlı tarihimizi yok sayanlar ile 102 yıllık Cumhuriyet tecrübesini önemsizleştirmeye çalışanlar, zahirde tezat içinde görünmekle birlikte esasında aynı amaca hizmet ediyorlar. Sosyal medyanın köpürttüğü, toplumsal gerilimden beslenen siyasetçilerin de büyüttüğü bu cepheleşmenin en büyük mağduru ise bizatihi Gazi Mustafa Kemal olmakta, Atatürk'ün hatırası ve eserleri olmaktadır. Burada şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek durumundayım. Medya, sosyal medya ve siyasette 'Atatürk maskesi' takarak, bu millete ve milletin değerlerine düşmanlık edenlere nasıl karşıysak, İstiklal Harbimizi zafere ulaştırarak milletimizin önünde yeni bir yol açan Gazi Mustafa Kemal'e yönelik hakaretamiz ifadelere aynı şekilde karşıyız."
Geçmişte “İki ayyaş” ifadesini kullanan biri için bu sözlerin samimiyeti elbette ki tartışılır. Ama Erdoğan gibi “usta” bir siyasetçi biliyor ki, reddettikçe, ona hakaret ettikçe zaten “muhafazakar demokrat”lık sınavından geçememiş biri olarak iktidarına yönelik tepki ötekileştirdiği laik, modern kesimlerin hanesinde birikiyor.