Türkiye, felaketlerin ortasında kaldı. Kuzeyde, Doğu'da yerleşim yerlerini aşırı yağışların neden olduğu sel alıp götürdü, Ege ve Akdeniz ise ateşin içinde kaldı. Önce Antalya Manavgat'ta başlayan yangın, aşırı sıcakların kavurduğu diğer il ve ilçelere de sıçrarken, kıyılar adeta cehennemi yaşadı. İnsan kayıplarımız oldu; insanlarımızın geçim kaynağını oluşturan ineği, sığırı, koyunu, tavuğu feci şekilde can verdi, doğal hayatın devamlılığını sağlayan börtü böcek telef oldu. Yüreğimizi yakan bu acı karşısında hepimiz çok çok üzgünüz. Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen'in cayır cayır yanan ormana bakarken gözyaşlarını tutamayıp hüngür hüngür ağladığı, sonrasında bir otomobil lastiğine sırtına dayamış şekilde çöktüğü anları gösteren iki fotoğraf karesi, yangının ortasında kalmış sürüsünü kurtarmak için çırpınan köylünün hıçkırıkları hafızalarımızdan hiç silinmeyecek.

Tıpkı sel felaketinde olduğu gibi, depremde yaşadığımız çaresizlik gibi bu yangın felaketinde de ne kadar hazırlıksız olduğumuzu bir kez daha anladık. Örneğin, yangın söndürme uçaklarına sahip olmadığımızı, Türk Hava Kurumu uçaklarının hangarlarda bekletildiğini, yangın söndürme işinin de özel şirketlere ihale edildiği biliyorduk, bir kez daha anımsadık.

Türkiye bu kadar aciz miydi de uçağı yoktu. Hem merkezi idarenin hem belediyelerin, verimsiz yatırımlara, hesapsız kitapsız şekilde gerçekleştirilen işlere ne büyük paralar harcandığını düşündüğümüzde elbette ki yanıtımız 'hayır'dır. Örneğin Ankara'da Melih Gökçek zamanında Atatürk Orman Çiftliği arazisi katledilerek yapılan sonra da işletilemeyen ve atıl halde bekletilen Ankapark'a 750 milyon dolar harcanmıştı. Armada'nın girişinde yapılan sonra sökülen demir kafese harcanan trilyonlarca lira da çöpe gitmişti. Milli Kütüphane'nin önündeki ucube görüntüsüyle bir çirkinlik abidesi olan, şimdi dükkanların birçoğunun kapatıldığı Gökkuşağı projesine dökülen trilyonlar da boşa gitmişti. Zevksizliğin alası şehir kapıları, bir gecede dikilip yıllarca kullanılmayan sonra da sökülmek zorunda kalınan üst geçitler, Ankara iklimine uygun olmadığı halde milyonlarca dolara ithal edilen ve dolayısıyla kuruyan ağaçların bedeli… Daha neler neler… Sadece Türkiye'nin herhangi bir şehrinde çar çur edilen paranın küçük bir kısmıyla bile onlarca uçak almak mümkün iken koca bir ülke adeta yangının kendi kendine sönmesini bekledi/bekliyor.

Yolsuzluğa dayalı, günübirlik çıkarlara odaklı, kendi siyasetini/iktidarını devam ettirmek uğruna ülkenin bütün kaynaklarını talan eden çarpık bir yönetim zihniyetinin yol açtığı felaketi yaşıyoruz aslında. Ancak gelin görün ki, sistemi sorgulamak yerine hedef saptırılıyor ve toplumsal kutuplaştırmayı artıran söylemlerle yönetim sorgulama alanından kendini uzaklaştırıyor.

Müthiş bir kara propaganda yürütülüyor. Önce hiçbir delil yokken, tamamen dedikodu ürünü olan 'yangını PKK'lılar, HDP'liler çıkardı' propagandası yayıldı. Böylece, sosyal medya hesaplarından toplumun bir kesimi hedef haline getirildi. Sonra bir orman içinde muhtemeldir ki saklanmak durumunda kalan Afganlı bir grubun görüntülerinden hareketle Afganlı ve Suriyeli göçmenlerin ormanlara molotof kokteyli attığı iddiası gündeme getirildi. Anıtkabir'e yakın bir otelin çatısında çıkan yangın ise Atatürkçü çevrelerde 'Anıtkabir'in yakılmak istendiği' yorumlarına neden oldu. İktidara yakın bir gazetecinin yangının PKK ve CHP'lilerce ortaklaşa çıkarıldığına dair paylaşımları karşısında ise hepimiz dumura uğradık adeta…

Antalya'da söylemler o kadar tehlikeli hale gelmiş olmalı ki, Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, şu açıklamayı yapmak durumunda kaldı:

'Yangın felaketine maruz kalan bölge halkımız şu günlerde canını, malını, sevdiklerini, evini, hayvanını yaşam alanlarını kurtarma mücadelesi vermektedir. Ancak bu zorlu süreçten faydalanmak isteyen provokatörlerin olduğunu görmek hepimizi üzmektedir. (…) Bu şahıslar 'kundakçı, şüpheli yakalama teşebbüsüyle asılsız ihbarlardan yola çıkarak sokaklarda kimlik kontrolü, yol kesme ve masum vatandaşları korkutacak derecede havaya ateş etme gibi eylemler gerçekleştirerek zbu süreci daha da zorlaştırmaktadır. Toplumsal birlikteliğimizi sergilememiz gereken bu zorlu dönemde, hepimizin duygularımıza sahip çıkıp kontrollü olmamız gerekmektedir. Bizler iyi günde kötü günde her zaman birlik ve beraberliğini korumuş olan sağduyulu, sakin kalarak el ele vererek yaralarımızı saracağız'

Bir yangın felaketini bile siyasete malzeme ederek ayrışmayı derinleştirmek…

Herhalde bizim asıl yangınımız bu olsa gerek.