7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın Aksa Tufanı Harekatı’nı fırsat görüp –ki bu Hamas saldırısının bizzat İsrail provokasyonu olduğu yönünde güçlü iddialar var- Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde bir soykırım gerçekleştiren İsrail’in bölgeyi dizayn planları son aşamaya geldi sayılır. Suriye’de Baas rejiminin düşürülmesi ve kafa kesen cihatçı HTŞ’nin ülkenin yönetimini ele geçirmesi, Suriye’nin tüm sivil ve askeri altyapısının çökertilmesinin ardından gözü iyice dönen İsrail’in İran’a yönelik saldırısında iki haftayı geride bıraktık.
Gelişmeler bütün dünya için tedirginlikleri artırıcı bir seyir takip ediyor. Korkulan üçüncü dünya savaşının başlayacak olması veya bölgesel bir savaşın çıkması. ABD önce İran’a yönelik saldırıda doğrudan gözükmese de İsrail’in askeri operasyonuna her türlü desteği bir biçimde verdi, en sonunda da doğrudan müdahil oldu ve İran’ın nükleer tesislerini bombaladı.
Bu bir yıpratma süreci… İran’ın nasıl ki, önce direniş hattı kırıldıysa ve uzun yıllara yayılan bir cihatçı saldırısıyla Suriye bir daha kendine gelemeyecek şekilde çökertildi ise İran da aynı şekilde güçsüzleştirilmek isteniyor. ABD ve İsrail, Büyük Ortadoğu Projesi’ni adım adım hayata geçirirken, İsrail bölgenin hegemonik gücü haline gelirken, haksız hukuksuz, uluslararası kurallara aykırı müdahalenin meşrulaştırılmasında her zaman olduğu gibi yine gerçekler karartılıyor. Her zaman söylendiği gibi savaşta önce hakikatler katlediliyor.
Irak’a müdahale edilmenin öncesinde Saddam’ın nükleer silahlara sahip olduğu yaygın şekilde propaganda malzemesi haline getirilmişti. Bunun sadece müdahaleye bahane yapıldığı, hiçbir gerçekliğinin bulunmadığı bizzat ABD ve İngiltere içinden önemli isimler tarafından itiraf edildi oysa. Ama Irak’ın bütün kaynakları yağmalandı; milyonlarca insan birbirini kırdı. Aynı şekilde Suriye’de, Libya’da, Sudan’da, Tunus’ta antidemokratik rejimlerin değiştirilmesi gerektiği, Müslüman ülkelerdeki iç dinamiklerin demokratik bir dönüşümü mümkün kılmadığı dolayısıyla demokrasi ihracı ile bu ülkelerin batıyla uyumlu hale geleceği varsayımı öne sürüldü. Şimdi aynı propaganda İran için işletiliyor.
İran’daki rejimin baskıcı karakteri yıllardır biliniyor; özellikle kadınlar için İran, yaşanılacak bir ülke değildir. Ama Suriye’de laik bir yönetimi alaşağı edip, kadınları ekonomik, siyasal ve sosyal hayattan dışlayan, kadınları köleleştirip, çarşıda pazarda satılacak mal gibi gören HTŞ zihniyetine teslim eden anlayışın İran’a özgürlük ve demokrasi getireceğini düşünmek tam bir garabet. İsrail’in, çok samimi ise neden Arabistan’dan Katar’a, Ürdün’den Birleşik Arap Emirlikleri’ne kadar diğer Arap ülkelerindeki diktator rejimlerini hedef almadığı sorusunun yanıtı henüz verilmiş değildir, verilemez de…
Nükleer silahlar konusundaki iddialar da gerekçe olamaz. “Iran, atom bombası üretebilir, bu da İsrail ve bölge için tehdittir” demek kadar daha akıl dışı bir yalan yoktur. İsrail’in nükleer tesislere ve silahlara sahip olduğu gerçeği dünyanın malumu… ABD ve İsrail ile Batı bloğunda yeralan ülkeler, nükleer tesis sahibi olmayı sadece kendilerine tanınmış bir hak olarak görüyorlar. O halde, tıpkı İsrail gibi İran da neden nükleer tesislere sahip olmasın? İsrail ve ABD bu konuda dünyanın karar ve onay makamı mıdır?
Kimyasal silah iddiası, sadece dünya kamuoyunu aldatmak için üretilmiş bir yalandan ibarettir. Müdahalenin amacı rejimin despotik karakteri olmadığı gibi kimyasal silah konusunun da çok ötesine geçen boyuttadır.
O da dünyanın her yerinde yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömürmek isteyen küresel kapitalizmin emperyalizm yoluyla bölgeyi kontrol etme ve İsrail’in dini referanslara dayandırdığı vaat edilmiş topraklara sahip olma isteğidir.
Biz, insanlığa karşı suç işlemeyi, kuralsızlığı sadece kendisine hak gören ABD-İsrail ittifakının bölge halklarına kan ve gözyaşı getirecek haydutluğu ile karşı karşıyayız.
Bundan öte laf söylemek teferruattır.