İtalyan düşünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcı Antonio Francesco Gramsci, ‘Hapishane Defterleri’nde "Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı." demişti.
İtalyan düşünürün bu sözlerini sık sık hatırlar olduk; çünkü gerçekten de dünyanın bir kırılma anına tanıklık ediyoruz. Sadece Afrika’da, Avrupa’da değil Ortadoğu’da ve doğal olarak Türkiye’de de en azından bir asır öncesine uzanan yerleşik düzen her yerde sarsılıyor. Uzun yıllar ülkelerini yöneten lider kuşağı yerini yeni isimlere bırakırken hiçbir kural, hak, hukuk tanımayan otoriter-totaliter yöneticiler iktidara geliyorlar. Sadece siyasal bir kriz değil beraberinde ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan da alt üst yaşıyoruz. 20. Yüzyılın ulusal devletleri bölünüp parçalanıyor, dijitalleşmenin etkisiyle ekonomi dönüşüyor, yeni toplumsal sorunlar ve muhalefet biçimleri ortaya çıkıyor. Yani bildiğimiz tüm kalıplar kırılıyor, yeni fay hatları oluşuyor ve haritalar değişiyor.
Sular bulandı bir kez; dolayısıyla belirsizlik had safhada… Kendimizi fena halde daralmış hissediyoruz ve dünyanın gidişatından derin bir endişe duyuyoruz.
Çünkü “Şimdi canavarlar zamanı”… Hepsi yedi başlı dev gibi, ahtapot gibi dünyanın her yerini dağıtıyor, bomba yağdırıyor, etnik ve dinsel grupları birbirine düşman haline getiriyor.
Bu canavarların başında ABD Başkanı Donald Trump geliyor. Bir gün Kanada’yı istiyor, ertesi gün “Grönland bizim” diyor. Çin’e kafa tutuyor, kameralar önünde Zelenski’yle bir mahalle kahvehanesinde yaşanabilecek türden ağız dalaşına giriyor. Yargıyı tanımıyor, bürokrasiye meydan okuyor, kuralları uygulamıyor ve kendini dünyanın efendisi görüyor.
ABD'nin İran-İsrail çatışmalarına dahil olup olmayacağına ilişkin soruya, "Yapabilirim de, yapmayabilirim de. Ne yapmak istediğimi kimse bilmiyor."diyerek cevap verirken, bir İsrail saldırısında ölebilecek olanların hayatlarını zerrece umursamıyor. “Gelecek hafta çok şey olacak” şeklindeki gizemli sözleriyle de herkesi diken üstünde tutuyor. Yetmiyor, alay ediyor.
Beyaz Saray arazisine 27 metrelik yeni bir bayrak direği dikilmesi nedeniyle düzenlediği açık hava toplantısında bayrak direğini “ulusa hediye” olarak nitelendiriyor. Bu arada işçilere soruyor: “Vurmalı mıyız, sizce?”… Güya espri yapıyor ama mevzu milyonların hayatı…
Sırtında Nazi soykırımının bütün yükünü taşıdığından olsa gerek, Almanya, Netenyahu’ya destek veriyor ve sanki bir diyet ödüyor. Çünkü, Almanya’nın Başbakanı Merz, "Bu, İsrail'in hepimiz için yaptığı pis iş. Biz de bu rejimden etkileniyoruz. Bu molla rejimi saldırılarıyla dünyaya ölüm ve yıkım getirdi" ifadelerini kullanıyor. İngiltere, Fransa aynı şekilde doğrudan İsrail’in destekçisi ve Avrupa, o çok dillendirdiği ve dünyaya örnek gösterdiği Avrupa değerlerini ayaklar altına almış durumda.
Netenyahu’yu anlatmak bile gerekmez; çünkü canavarlık yarışında en önde giden bir yamyam. “İran’ı vuracağız” diyor, İran’ı vuruyor. Gazze’de insanlık tarihinin en vahşi soykırımlarından birine imza atıyor ve bununla övünüyor. Daha iki gün önce sosyal medyaya bir görüntü düştü. Belirli yerlerde dağıtılan gıda yardım torbalarını almak için toplananların üzerine bomba yağdırılıyor. Son 24 saatte bir torba un için canından olan Filistinlilerin sayısı 144. Uluslar arası kuruluşların yardımını alabilmek için tozun toprağın içinde birbiriyle yarışanlar ayrı bir dram, saldırıdan sonra yaşanan can pazarı bambaşka bir trajedi.
İsrail, saplantılı dini fikirleri için Tevrat’ta vaat edilen Kutsal Topraklar uğruna milyonlarca insanın yaşadığı bir coğrafyayı kan deryasına dönüştürüyor.
O bir haydut, o bir eşkıya. O bir ırkçı-dinci faşist… Kendi var oluşunu başkalarının yok oluşunda bulan bir canavar sürüsü…
İstenilen şey, herkesin İsrail’e biat etmesi…
Hiçbirimiz bu haydutluğa gizliden veya açıktan, doğrudan veya dolaylı yoldan onay vermemeliyiz.