Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yıllar önceki bir konuşmasında devleti şirket gibi yöneteceklerini söylemişti. AKP'nin ilk Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise 'TEKEL'i babalar gibi satarım' demiş, bir ABD seyahati öncesinde 'malları görücüye çıkaracağını' ifade etmişti. Dolayısıyla, orman yangınları vesilesiyle yaşanan uçak tartışmasında ortalığa dökülen bilgilerin hiçbir şaşırtıcılığı yok.
Her ne kadar, AKP iktidarlarında en uç örneklerine rastlasak da 12 Eylül'den sonra hakim kılınan özelleştirmeci yaklaşımlarla kamunun sorumluluğunda olması gereken hizmetlerin, piyasanın insafına terk edildiğini biliyoruz.
Son 30-40 yılda eğitim-sağlık başta olmak üzere pek çok alanda kamu işletmeleri satıldı ve güya verimliliği sağlamak adına şirketlerden hizmet alımı yoluna gidildi; en hayati konular bile kar-zarar hesabına sokuldu. Nitekim, orman yangınlarının önlenmesiyle ilgili gerçekleştirilen ihaleler de gösterdi ki, doğanın tüm canlı hayatının güvencesi olan ormanlarımız da vahşi kapitalizmin kucağına atılmış.
Anayasa'nın 169. Maddesi, devletin, ormanların korunması için gerekli kanunları çıkarmasını ve tedbirleri almasını öngörüyor. Yanan ormanlarda başka tarım ve hayvancılık yapılamayacağı, mülkiyetin devredilemeyeceği, ormanlık alanlara karşı işlenen suçların genel veya özel af kapsamına alınamayacağı belirtiliyor. Orman Kanununda da Orman İdaresinin yangınları önlemek ve söndürmek amacıyla her türlü hizmeti yapmak ve yaptırmak durumunda olduğu, bu iş için Orman Genel Müdürlüğü katma bütçesine yeterli miktarda ödenek konulması gerektiği ifade ediliyor.
Türk Hava Kurumu bu noktada özel bir misyon edinmişti geçmişte...
Gelin görün ki, Türk Hava Kurumu'nun yangın söndürme uçaklarının, günün koşullarına uygun şekilde yenilenmesi veya iyileştirilmesi gerekirken devleti şirket gibi yönetme anlayışı ile hareket eden AKP zihniyeti, uçak kiralama yöntemini tercih ediyor. Aslında birkaç günlük uçak kirası ile filoyu yenileştirmek mümkün ve uzun vadede daha verimli sonuçlar almak söz konusu olduğu halde şirketlere kamu kaynaklarının transferinde süreklilik sağlanıyor. İşin ideolojik tarafı da var tabi. Türk Hava Kurumu'nu cumhuriyet ile özdeş görüp onu önce işlevsizleştirmek sonra da kapısına kilit vurma düşüncesi, içinde tarihsel bir hesaplaşmayı barındırıyor. Hem cumhuriyetten intikam almak hem de cumhuriyet bürokrasisini tasfiye etmek...
İdeolojik tutumun şirketleşme anlayışı ile iç içe geçtiği bir ortamda, gözü dönmüş rant anlayışı her fırsatta çirkinliğini yansıtıyor bizlere... Örneğin Antalya'daki Gündoğmuş Belediye Başkanı Mehmet Özeren 'evleri çok eski olan vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler' diyebiliyor, vatandaş can derdine düşmüşken TOKİ, yangından mal kaçırma atasözünü doğrularcasına eşine ender rastlanacak bir tezcanlılık içinde 'Yangının etkilerini silmek için seferber olduk. Yöresel mimariye uygun yapacağımız köy evlerinin projelerini hazırladık' notuyla yeni konut projelerinin reklamını yapabiliyor.
Belli ki durgunluk yaşayan inşaat sektörüne hareket geleceği düşüncesi, ellerin ovuşturulmasına neden oluyor.
Şirketleşmek bunu emrediyor.