Şu sıra Türkiye'de 40 yaş altına hitap etmek siyasi moda oldu; zira hiçbir iktidara nasip olmayacak şekilde tek parti tarafından 20 yıldır yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Buzdolabı yoktu, bizden önce ambulans mı vardı, rontgeni de biz getirdik' söylemlerine ikna olacak bir yeni nesilden bahsediyoruz.

Bu nesle, Z kuşağı deniliyor.

Z kuşağı ne Erdoğan'dan başka bir başbakanı tanıyor ne televizyonlarda siyasi parti liderlerinin bir masa etrafında toplanıp gazetecilerin sorularını yanıtladığını biliyor. Bu 40 yaş altı, seçim döneminde sırf tarafsızlığı sağlamak adına Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlarının Anayasa maddesinin gereği istifa etmek zorunda olduklarını bu hükmün AKP döneminde kaldırıldığının da farkında değildir. Bu nedenle, Z kuşağının Tansu Çiller adını duyduğunda cahilce sorular sorması tuhaf kaçmamalıdır.

Tansu Çiller, Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı olmasından sonra DYP'nin Genel Başkanı ve Türkiye'nin ilk kadın başbakanı oldu. Sarışındı, güzeldi. Hürriyet gazetesinin yazarı Ertuğrul Özkök, onun seçilişini 'Lady'nin Topuk Sesleri' manşetiyle karşılamıştı. Bu gazetenin bir diğer yazarı rahmetli Yavuz Gökmen ağbimiz de illa ki 'sarışın güzel kadın' lafını yazısının bir yerinde geçirirdi; hatta 'Sarışın Güzel Kadın' isimli bir kitap bile yayınladı. Bir süre sonra Çiller, hep bu sıfatla anılır oldu.

Toplumsal desteğini daha geleneksel düşünen köylü kesiminden ve küçük esnaftan alan DYP gibi bir partinin başına kentli bir üniversite hocasının gelmesi biraz şaşkınlık yaratmıştı ama o yıllarda Türkiye'nin gündeminde AB'ye üyelik fazlasıyla gündemde bulunduğundan, bu değişim, DYP'den hareketle AB'ye ne kadar hazır olduğumuzun işareti sayılmıştı.

Öyle ya; DYP gibi bir parti bile değişmişse demek ki Türkiye de değişmiştir!

Çiller, sarışındı, güzelliğine diyecek yoktu ama 1993 yılında Başbakanlık makamına oturduktan sonra karanlıklar prensesi olduğu çabuk anlaşıldı. Bir konuşmasında 'Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir' dediğinde çok rahatlıkla hukuk dışına çıkacağı hükmüne vardık. Bugün demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına tepki gösterilirken sık sık atıfta bulunan '90'lı yıllar' hatırlatması Çiller döneminin hukuk dışılığına göndermedir. Beyaz Toroslar ile kaçırılan insanların faile meçhul cinayetlere kurban verildiği, gözaltında kayıpların yaşandığı, Doğu'da asit kuyularına insanların atıldığı, onlarca genç insanın sorgusuz sualsiz yargısız infazlarla öldürüldüğü, Kürt iş adamlarının tek tek katledildiği, Cumartesi Anneleri'nin, kayıplarını bulmak için Galatasaray Meydanı'nda ilk kez toplanmaya başladığı dönemin Başbakanıdır Çiller.

Çiller demek Susurluk demektir. Korucu Sedat Bucak ile 1980 öncesinin ülkücülerinden Abdullah Çatlı'yı, Çatlı ile üst düzey emniyet görevlisi İbrahim Şahin'i aynı fotoğraf karesine sokan derin işler... Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Ağar, Ünal Erkan, Orhan Taşanlar gibi isimlerin hepsi de onun kadrosuydu. Bunların bir kısmı daha sonra milletvekilliği, bakanlık yaptı.

Necdet Menzir, bir polisin cenaze töreninde yaptığı konuşma ile mutlaka hatırlanacaktır. Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu'nu teröristleri kayırmakla suçlamış, bunun üzerine SHP, Menzir'in görevden alınmasını istemiş ancak Çiller, göğsünü Menzir için siper etmiş, hatta koalisyonu bozmuş, Menzir'i de milletvekili seçtirmişti.

Aradan yıllar geçmiş olsa bile bugün hatırlandığında hala insana ürperti veren bu isimlerin hepsinin koruyucusu Çiller idi. O Çiller ki, 2 Temmuz 1993 yılında Madımak Oteli'nde 35 kişi katledildiğinde 'Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir' diyecek kadar, otel içindekileri halktan saymayıp onların yakılmasını normalleştirmişti. Kendisi ve ailesiyle ilgili sayısız yolsuzluk olayları deşifre olmuş, hatta bu dosyalar siyaseten onun rehin alınmasına yol açmıştı. Öyle ki, Çiller-Erbakan ortaklığı ile Refah Partisi, meşruiyetini sağlamlaştıracağını düşündüğü iktidara kavuştu, Çiller ise Yüce Divan'a gitmekten kurtuldu; tüm dosyalar kapatıldı. Oysa, Çiller'i Yüce Divan'da sanık sandalyesine oturtmak isteyen önergelerin sahibi Refah Partisi idi.

Örtülü ödenek iddiaları, mal varlığı dosyası, ABD'deki mülkler, Azerbaycan'da Haydar Aliyev'e darbe girişimleri, çok tartışılan Gümrük Birliği anlaşması, ihale yolsuzlukları, banka operasyonları, faizin dövizin tutulmasının mümkün olmadığı ekonomik kriz günleri, açıklanan 5 Nisan kararlarıyla ortaya çıkan büyük işsizlik ve iflas dalgası, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, kol gezen çeteler… Daha neler neler… Hepi topu 7-8 yıl süren bir siyasi kariyer için berbat bir karne…

Çiller, 2000'li yılların başında merkez sağın tasfiyesi ile tarih sahnesinden çekildi. Şimdi 'hafıza-i beşer nisyan ile maluldür' atasözüne güvendiğinden olsa gerek geçmişin karanlığının içinden gelip, denize düşen Cumhur ittifakının sarılacağı umut olmak istiyor.

Gelin görün ki, Çiller'e sarılan karanlığın da karanlığına sarılmış demektir.

Not: Bir önceki 'Bana bir merkez sağ lazım!' başlıklı yazıda 'Her ne kadar Aydın Menderes'li Demokrat Parti'nin varisi….' cümlesindeki Aydın Menderes ismi sehven yanlış yazılmıştır. Doğrusu Adnan Menderes olacaktır. Okurlarımızdan özür diliyorum.