Deli saçması gündemlere sahibiz, herkes ve her şey zıvanadan çıkmış gibi hissettiriyor. Dünya gündemi sürekli sıcak çatışmalara dönen mafyavari hükümetlerin yönettiği ülkelerle dolu. Haber takip etmekle haber takip etmemek arasındaki delirme kıskacına sıkışmış bulunmaktayız. Bir açıyoruz Hindistan-Pakistan birbirine girmiş, zaten yıllardır hayatımızda Rusya-Ukrayna gerginliği var, Trump'ın seçilmesinden sonra her şey zaten iyice sarpa sardı...

Bu absürtlük sarmalı insana aslında bir türlü final vermeyi beceremeyen dizilerin sıkıcılığını ve buhranını hissettiriyor. Zaman geçtikçe insanlığa olan güven sarsılıyor, hele de bizim ülkemizdeki gibi olaylara şahit oluyorsanız mesela yolun ortasında cani biri bir kadını elini kolunu sallayarak öldürebiliyorsa, mesela sürekli çocuk istismarı, çocuk ölümü haberi alıyorsanız ve nicesi... İstiyoruz ki yeni bir şey olsun, tekrar nefes aldığımızı hissedelim ama yok bu labirent son bulmuyor.

Peki bu umutsuzluk ortamı bir umut yaratabilir mi? Bunu sosyologlar ve siyaset bilimciler nasıl değerlendiriyorlar?

Kırılma noktaları umudun olduğu zamanlarda pek de gerçekleşmiyor, umudunuzu yitirdiyseniz harika bir haberim var halen umut var demektir. Toplumsal olaylarda değişiklik arzusunda olan insanlar sandığımız gibi umut sahibi insanlar değillerdi aksine tüm umutlarını mevcut kişilerden ve sistemden kesmiş insanlardı. Sahip oldukları umut topluma veya koşullara karşı duydukları umut değil kendilerine duydukları umuttu aslında...

İşte bu yüzden topluma karşı herhangi bir umut besleyenin vay haline, asla kimsenin istediği gibi idealist bir toplum gerçekleşmeyecektir. Ancak bu umutsuzluğun bir hareket yaratacağını, beklentilerle insanların bilinçli bir şekilde mevcut kazanımlara sahip çıkmaya başlayacağını bizler tarihten biliyoruz.

Aydınlanmaya başlayan hiçbir toplum kendisini gül bahçesinde bulmaz, ne yazık ki aslında bu toplumların hepsi helak olmanın eşiğinden zar zor dönmüşlerdir. Bu süreçte öğreneceğimiz çok şey var belli ki...