İktisat Fakültesi’nde daha ilk derste Prof. Refii Şükrü Suvla, bu soruyu sordu. Herkes, bildiğini söylemeye çalıştı. O şöyle yanıtladı: “Sınırsız insan ihtiyaçlarının kıt kaynaklarla karşılanması sanatıdır.”

* **

Biz bu sanatın gereklerini ne yazık ki Atatürk sonrasında İnönü’nün dönemleri dışında da yerine getiremedik. Ne var ki, yaşadığımız ekonomik krizleri toplumsal yozlaşma ve siyasal istikrarsızlıkları görmezden gelerek hep ekonomik nedenlere bağladık. Bunun bir sistem değil, hem kirlenen insan hem de kirletilen toplumsal yapı sorunu olduğunu kavrayamadık.

***

Yine o derste rahmetli Suvla şöyle demişti: “Dünya üzerinde ne kadar olay varsa, onlar üzerinde bir tül olan iktisat çıkar altından.” Bizde iktisat en genel anlamıyla tasarruf (birikim) demektir. Ne var ki, DP iktidarıyla birlikte bir israf ekonomisinin kurbanı olduk. Hele 12 Eylül sonrasında, gemiyi azıya aldık.

Cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk:‘‘Memleketi bayındır hale cennet hale getirecek olan ekonomik güç ve ekonomik alandaki himmettir. Milletimizi insanca yaşatacak bir iktisat devrinin aşılması lazımdır. Hepimizin arzusu şudur ki, bu ülkenin insanları ellerinde örnekleriyle tarımın ticaretin endüstrinin emeğin yaşamanın temsilcileri olsunlar, artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, memleketimize zenginler memleketi ve yeni Türkiye'nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devri yüceltecektir ve böyle bir devrin tarihini yazacaktır.’’demiştir. Nitekim İzmir İktisat Kongresi’ni toplaması da bunu gösterir.

***

Bizde iktidarlar, ekonomiyi iktidarda kalmak için oy avcılığı nedeniyle siyasallaştırdılar, bugünleri hazırladılar. En büyük savurgan devlet oldu. Lüks binalar, dinlenme tesisleri, iktisadi kamu kuruluşlarındaki yönetim politikaları, oto saltanatı, devlet kesesinden gereksiz seyahatler, şişkin kadrolar, danışmanlık kadroları, her kadro değişikliğinde yeni gelenlerin lüks oda yenileme giderleri... vb. bütün bunlar bugünkü çöküşü hazırladı. Sonuçta siyaset yozlaştı ve kalitesini yitirdi.

***

Özelleştirmeye karşı çıkmak, çağdaş ve sosyal devlet anlayışına karşı duruştur, ilkelliktir. Ama ne yazık ki özelleştirme adına en kârlı ve verimli kuruluşların satılması, zarar edenlerin kapatılması da ayrı bir israf oldu bizim için.

***

Evime ilk telefon bağlattığım gün, rahmetli babam bir mektup yazmıştı bana: “Ey benim iktisat mektebinden mezun müsrif oğlum!” diye başlıyordu. Çünkü babamın evinde telefon varken, buna ne gerek vardı. O böyle algılıyordu. Biz, böyle bir anlayıştan geliyorduk. Ama ne olduysa oldu, ekonomik anlayışımız değişiverdi.

- Her köşe başında bir milyoner yaratmak, ilke edinildi.

- Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalıydı. Ama biz yabancıyı yeğledik.

- Gençliğinde para biriktiren, ihtiyarlığında rahat ederdi. Biz, paran kadar değil, kredin kadar yaşa felsefesine tutunduk.

Yani, hiçbir şey birden bire olmadı. Ama olan da oldu.

Her şey apaçık ortada...