Ben bu İstanbul’u hiç sevemedim… Ben kendi İstanbul’umu özlüyorum. Her gelişimde İstanbul’dan daha çok soğuyorum. Eski İstanbul’umu arıyor ve özlüyorum. Size de öneriyorum: 1960-1975 dönemi siyah beyaz Türk filmlerini izleyin. Özleminiz daha da artacaktır.
“Ah güzel İstanbul benim sevgili Yârim/ Güzelliğin aksetmiş Boğazın sularına” nostaljisi yaşıyorum. İstanbul’un bütün meyhanelerini dolaşamıyorum. Heybeli’de mehtaba çıkamıyorum. Küçüksu, Göksu hayal olmuş. Kanlıca’nın ihtiyarları da yok. Yeni Galata Köprüsü’nden yürüyerek Karaköy’e geçtim. Karaköy ayağına gelince, kaybettim Galata Kulesi’ni; beton çekmişler kıyıya.”
İki yakayı da dolaştım: Anadolu Yakası’ndan Avrupa yakasına geçtim. Aşağıya aktardığım duygulanımlarımı notlar halinde sunacağım. Ancak, hemen söyleyeyim ki, İstanbul üstüme üstüme geliyordu ne tarafa baksam. Uygarlık böyle olmamalı bence, eskiyi yıkarak yeniyi yapmak hem tarihe ve doğaya ihanet hem de kentli olmak bu değil! İnsan yığını, yeşilinin büsbütün yok edildiği, trafiğindeki düzensizliği, kaba-hoyrat-acımasız-zevksiz bir İstanbul’dur anlatmak istediğim…
Kuşluk vakti çıktık yola. Bakıyorum sağa sola; Bina bina, gökdelen gökdelen, sağlı sollu düzensiz-sevimsiz iş yerleri, insanın gözlerini kamaştıran şaşaalı-görkemli yapılar… Eskiden geçtiğim yollar. Anılar hep birbirine girmiş durumda. Harem bir alem. Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Arabalı vapurla karşıya geçiş; iskele Eminönü’ne dönüş yabancı geldi bana…
Köprü ayağında balık ekmek yedik. Nimet Abla’da şansımızı denedik. Eski İş bankası Yeni Cami Şubesi müze yapılmış. Mercan yokuşu-Mahmutpaşa yokuşu, Kapalı Çarşı gezmesinden sonra Hacı Bekir’de eski alışkanlığım Demirhindi Şerbeti içtim. Sirkeci’de tur attık. Mısır Çarşısı’nda mola verdik. Çay içtik, Baba oğul Tiramisu yedik. Mısır Çarşısı kasa çarşılarına dönmüş. Lokantam yerinde yok ama Pandeli duruyor. Ver elini Beşiktaş: Maçka-Teşvikiye. Müzik dinledik. FSM Köprüsünden geçip günü bitirdik…
Sözün özü; İstanbul bana, ben İstanbul’a yabancı olmuşuz dostlar…