İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünya, tarihin en hızlı değişimini yaşadı. 20. yy’ın bitmesine az bir zaman kala geriye baktığımızda sanayi, bilim ve teknolojide muazzam gelişmelerin kaydedilmiş olduğuna tanık oluyoruz. 20. yy'da özellikle iletişim ve bilgi-işlem teknolojisinde kaydedilen baş döndürücü gelişmelerin sonucu olarak yepyeni bir çağa; ‘‘bilgi çağı’na’’ girdik. Bilgi çağı, daha şimdiden 21. yüzyılda dünyanın çok daha büyük köklü değişikliklere sahne olacağına işaret etmektedir.

Bu değişimden Türkiye'yi ve Türk insanını soyutlamak elbette mümkün değildir. Cumhuriyetten önce köyünün sınırları ile çevrili olan Türk insanının ufku, önce ulusal düzeye sıçradı, şimdi ise dünyayı küçük bir köy haline dönüştüren iletişim ortamını yaşıyoruz. Türkiye'nin bugünkü hedefi ise; bu yeni dünyanın hızına ulaşmak olmalıdır. Daha doğrusu, Atatürk’ün gösterdiği yolda çağdaş dünya ile bütünleşmiş bir ülke olmaktır.

Global dünya içinde Türkiye’nin de yer alışı kaçınılmaz olduğuna göre kendimizi başkalarının eline terk edemeyiz. Türkiye'nin yer alacağı konum, başkaları tarafından değil, ağırlıklı olarak kendisince belirlenmeli ve bu noktada ciddi bir strateji geliştirilmelidir. Batı'yı temel eksen olarak alsak da kuramlarıyla, yasal düzenlemeleriyle, rejim tercihleriyle Türkiye; Batı'da yeşeren, ancak bugün tüm uygar dünyanın malı olan değerlere sahip çıkmaktadır.

Cumhuriyet bir aydınlanma devrimidir. Siyaset bilimcileri onu, "Halkın, doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla egemenliği elinde tuttuğu yönetim biçimi" şeklinde tanımlıyor. Toplumu kuran ve herkesin hem etnik hem dinsel hem de kültürel bağlantılarını bireysel hale getiren oluşumun adıdır. Cumhuriyet bireyi ortaya çıkartır, pekiştirir ve rejimin güvencesi mertebesine çıkartır. Böylece, birey ve hak kavramlarının aynı bağlam içinde birleşmeleri, Cumhuriyeti gerçek kapsamına ulaştırır. Cumhuriyet her bireyi, aidiyetleri her ne olursa olsun, diğerleriyle eş sayar ve onu cemaat cenderesinden kurtarır.

‘‘Ülkemizde bu kadar ekonomik potansiyel ve insan gücü varken, acaba neden millî gelir dağılımı açısından dünya sıralamasının gerisindeyiz" sorusuna yanıt aranıyor bugünlerde… Hedef üretken, verimli çalışan, fikir ve düşünce hürriyeti gelişen, bunları dünya ile entegre bir şekilde gerçekleştiren ve dünya refahından daha fazla pay alabilen bir Türkiye’ye ise bunun çoğunluğun keyfiyet rejimine dönüşmeden sağlanacağını da unutmayalım…

İki kutuplu dünya düzeninin gerilemesiyle beraber uluslararası sistem çok kutuplu bir yapıya doğru gitmektedir. Bu yeni yapı içerisinde Almanya, Birleşik Avrupa ve Japonya dünya politikasında yeni kutuplar olarak sahneye çıkmaktadır. Bu gelişme yeni dönemde ekonomik gücün askeri güçten daha önemli olacağını n da en önemli göstergesidir.

Dünya üzerinde hem ülkeler arası hem de ülkeler içi gelir dağılımının bozulma eğilimine girdiğine tanık oluyoruz. Az sayıda zengin zenginleşirken, daha büyük kitleler yoksullaşmıştır. Küreselleşmeye karşı olan akımlar esasında dünya üzerinde işbirliği ve dayanışmaya dayalı bir küreselleşmeye değil, bugünkü şekliyle, küçük bir zengin çevrenin çıkarlarını korumaya ve arttırmaya yönelik küreselleşmeye karşıdır.