Öğretmen ve Öğrenci Çocukluğu öğretmenler arasında geçen biriyim. Köydeki evimiz, öğretmen lojmanı gibiydi. Köyümüz, Kasabamın okulu olan çok az köyünden biriydi. Yıl 1946-47 olmalı.
Daha ilginç olan da Amcamın Gölköy Köy Ensitüsü’nü bitirip geldiği yıldı. 5-6 yaşlarında olmalıyım. Mandolin çalıyor, kitaplar okuyordu Amcam.
Ondan Önce Seyfi-Maviş Sezer ve Zuhal Ilgaz öğretmenler de kiracımızdı. Şanslıydım. Onların arasında olmak bir ayrıcalık gibiydi benim için. Nitekim ilkokulunun iki sınıfını da köyümde okumak unutamadığım anılar arasındadır. Okula başlamadan okuyup yazmayı, hesap yapmayı öğrenmiştim. Bu arada ilk okuduğum kitabın adının Pedagoji olduğunu çok iyi anımsıyorum.
Kasabaya indiğimizde, 3. sınıfa gidiyordum. Atatürk İlkokulu’nu bitirdiğimde beş öğretmen okutmuştu beni. Birini sevemedim yalnızca: Çünkü beni cetvelle ellerimin üzerine vura vura dövmüştü Şemiye Hanım ve de haksız yere. Bunu şunun için aktardım: Öğretmeni sevmek her işin başıdır da ondan. Okul onlarla mabede dönüşüyor çünkü. En çok da Yaşar Deriş öğretmenimi sevmiştim o zaman.
Kabataş Lisesi’nde de (İstanbul 1956-59) yine biri dışında –beni okutsun okutmasın– unutamadığım çok sevdiğim öğretmenlerim oldu. Özellikle Müdürümüz Faik Dranaz, Şair Behçet Necatigil, İsmet Aksu (Ana derdik) hiç unutamadıklarım. O birisi de daha okul açılmadan, voleybol oynayanları izlerken topun ayağımdan sekip öğretmenin yüzüne çarpınca, beni tokatlayan Bedenci Bacak İsmail’di. Bir de benim Edebiyat bölümüne geçmeme neden olan Öküz Hilmi lakâplı öğretmeni anımsıyorum.
Matematikten çok iyi notlar aldım. Öğretmen benim takıntılı geldiğime şaşırıp kalmıştı ve orta okuldaki öğretmenimi ayıplamıştı. Fransızcacı ve İngilizceci hep yüksek notlar verdi.
Lise bitirmelerde, Fizik sınavına girdim. İki yabancı vardı (GS Lisesinden gelen mümeyyizlermiş). Fizikçi Cemile Hanım’a dönerek: “Bu öğrencinin kıyafeti bile on eder” diyerek, on verip geçirmişlerdi beni.
Tarihçimiz Galip Vardar (Baba)nın 10 Kasım Günü, Atatürk’ü anlatırken merdivenlerde yığılıp kalışını ve o acı günü hâlâ hatırlarım. Muhasin Osmanoğlu’nu birkaç yıl önce yitirmişiz; öğretmenden çok ablam gibiydi.
Üniversite yıllarımın ünlü Hocaları; Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Naili Kubalı, Cavit Orhan Tütengil, Sıddık Sami Onar, Feridun Ergin derslerine bizzat girer ve asistanlarına bırakmazlardı bizi.
Öğrenim yıllarım boyunca 76 öğretmenimin olması bir zenginlik ve şanstı benim için... Onlardan çok şeyler öğrendim. Sadece öğretmediler, yaşama da hazırladılar beni. Yaşayanlarına saygı, sağlık; sonsuzluğa göçenlere rahmet diliyorum.
Okullar kapandı. Öğrenciler tatile girdi. Öğretmenlerimiz seminerlerde. Karneler, yılsonu sınavları, ÖSS, OKS, SBS bitti. Sevinenler üzülenler oldu. Ama bunlar her şeyin sonu değil ki! Hepsi birer başlangıç aynı zamanda.
Medya kanallarında en çok haberi yapılan bir alan da eğitim ve öğretimle ilgili. Örneğin 5 dersten bir üst sınıfa geçebilmek, dershaneler açmazı, OKS sınavının kaldırılması, ÖSS’nin yeniden düzenlenmesi gibi konular ve sorunlar gündemde. Bunu bir eğitim çıkmazı olarak değerlendiriyorum.