Çoğumuzun gözünden kaçan önemli bir konu da budur. Nereden bu kanıya vardın derseniz; örneğin 2000’li yıllarla başlayan süreçte pıtrak gibi artan özel hastanelerden lebaleb dolu devlet hastanelerinden tutun da her yerde buna tanık oluyoruz. Adliyelerde, mahkemelerde, icra dairelerinde de bu sıkıntıları yaşardık. Keza hâlâ yaşıyoruz. Çok daha önceleri ise kimse mahkemelere gitmez; kasabanın büyüklerinden eşrafın aracılığıyla iki tarafın sulh olmasıyla ara bulunurdu. Yani değişen zaman, değişen toplum ve kuşakların çoğalmasıyla görülüyor ki sağlıksız bir toplumuz. Çünkü Cumhuriyetin bireyi olan bir toplum bilinci oluşturamadık. Üstelik 80 küsur yıl sonra da ümmet toplumu dayatmasıyla karşı karşıya kaldık.

Peki neden böyleyiz?

Siyaset kavga ve gerilim ağırlıklı bir yola girdi. Medya (tv kanalları -gazeteler,bütün yayınlarını-sağlık-evlen benimle-vurdulu kırdılı diziler-şiddeti özendiren filmler)bu bombardımanla toplumu huzursuz eden bir yola girmiştir.Siyaset kurumu ise ayrımcı,yandaş,paralelci,bölücü gibi nitelemelerle kategorize edilmeye devam ediyor.

21.yy’ın ise son on yılında Cumhuriyet kazanımları yok edildi.Orta direk yok oldu.Bağımsız yargı ve erkler ayrılığı yürütmenin tekeline ve insafına (çifte standardına) terk edildi.Sağlık sektörü belli bir statüye kavuşturulmadan alt yapısı hazırlanmadan hastalıkların ticaretini yapan özel hastanecilik devletin görevlerini yerine getirmek gibi bir misyon üstlendi. Özellikle ilaç üreticisi firmalar ve eczaneler (ki en mağdur olan da onlar oldu) yasa tanımazlığın birer örneğiydi.

Bugün geldiğimiz noktada toplum paramparça edildi. Dindar-ateist-laik,onlar-bunlar,biz yaptık,solcu-sağcı,muhafazakâr-mütedeyyin-akil gibi nitelemelerle toplumun nefret ve kin duygularını tetikleyen kamplara bölünmüş bir toplum haline dönüştürüldük. Tüm bu kamplaşma haliyle toplumda akıl utulması, ihanet, hıyanet ,sen ben kavgası körüklenerek birbirine düşman kardeşler yaratıldı. Bunda siyasi sorumluluğu olan bütün partiler liderler, kurumlar kendilerine ders çıkarmak yerine kimi kişisel ,kimi parti odaklı çıkarları gözeterek toplumsal yararı görmezden geldiler. Bugün geldiğimiz nokta budur…

Son çeyrek yüzyılda özellikle de yerel yönetimler, halka sadaka ekonomisi uygulayarak, devletin asıl sosyal işlevinin oy avcılığına dönüştürülmesini başarmışlardır. Ne yazık ki, Yüce Meclis’te “Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden eşit olarak yararlandırılması” ülküsünü gerçekleştireceğinin yeminini eden vekillerimiz, toplumsal uzlaşma, iç/iş barışı sağlamada sınıfta kalmışlardır...

Küreselleşen bir dünya düzeninde toplumsal dengeler; işçilerin (emekçilerin), çalışanların, emeklilerle yoksul sınıf ve kesimlerin aleyhine bozulmalara uğramıştır. Bunda siyasal istikrarın sağlanamamasının; ekonomik bağımsızlığın olmaması ve konjonktürel gelişmeler dünya ölçeğinde önemli rol oynamaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde, en çok mağdur olan kesimler, orta sınıf, işçiler, emekliler, yoksullar olmaktadır. Bütçe görüşmelerini izlerken sözünü ettiğim konularda, ne yazık ki vekillerimizin de, tepe noktalardaki yetkililerin de yeterli donanımda olmadıklarını gördük. Umutların bir başka bahara kaldığı apaçık ortadır.