Çürümüşlük bünyeyi öyle bir sarmış ki, devletin hiçbir organı bundan muaf değil. Ama itiraf etmeli. Hiçbir kokuşmuşluk, çürümüşlük, açbilaç, açıkta kalmış çaresiz insanlara çadır ticareti yapacak kadar vicdanını kaybetmiş Kızılay'daki gibi değil.
Öncelikle meslektaşımız Gazeteci Murat Ağırel için takdir duygularımı belirtmeliyim. Çok başarılı bir gazetecilik örneği verdi. Onun iyi gazeteciliği sayesinde halktan toplanan yardımların, onların iyilikseverliğinin, dayanışma duygusunun nasıl da metalaştırılıp pazara düşürüldüğünü, istismar edildiğini, koca ülkenin nasıl 'tezgaha' getirildiğini öğrendik.
Felaket anında biz bize kaldığımızı anlamak çok feci bir yıkım oldu. Deprem kadar sarstı hepimizi.
Milyonlarca insan, 155 yıllık bir yardım kuruluşunun piyasacı bir mantığa teslim edildiğinden, Kızılay'ın bir yatırım holdingine dönüştürüldüğünden haberdar değildi. Murat Ağırel'in yazılarıyla Kızılay'ın kar-zarar hesabı yapan üstelik herkes can derdine düşmüşken bile çirkin alışverişten vazgeçmeyen ticari bir kuruluş haline getirildiğini gördük.
Afet bölgesinde binlerce insan ilk anda Kızılay'ın çadır ve aşevi kurmasını bekledi ama boşuna… Bu yüzden donarak ölenler bile oldu. Meğerse Kızılay'ın stoklarında 2050 çadır bulunduğu halde ilk üç gün, bunları AFAD aracılığı ile hemen dağıtması gerekirken fırsatçılık yapıp müşteri beklemiş.
Üç gün çadırları depolarda tutmuşlar, tam üç gün… Üç gün… İnanılır gibi değil.
O sırada bağış toplayan AHBAP, stoktaki çadırları 46 milyon lira ödeyerek almış. Garabet burada bitmiyor. AHBAP, parasını ödediği çadırları, yasal engel nedeniyle kendisi kuramadığından AFAD'a vermek durumunda kalıyor ve böylece çadırların devlet tarafından konulduğu algısı oluşturuluyor. Kızılay ayrıca halka ücretsiz ilaç dağıtan Türk Eczacılar Birliği'nden, çamaşırhane kuran Arçelik firmasından da para alıyor. Yetmiyor, konserveleri satıyor. Kızılay, bağış yapılan kanları, giysileri de bedel karşılığında veriyormuş da haberimiz yokmuş.
AFAD, el atıyla beylik yapıyor.
Kızılay'ı yönetenler ise en küçük bir vicdani rahatsızlık duymadan resmen karaborsacılık yapıyor; acıyı, yaşanılan çaresizliği fırsata dönüştürüyor. Oysa Kızılay derneğinin tüzüğüne göre, Madde 5'te, 'Kızılay, hizmetlerinde hiçbir şekilde maddi ve manevi çıkar gözetmeyen, gönüllü bir yardım hareketidir' ibaresi yazılı.
Madde 7'de ise Kızılay'ın afetlerde ve olağan dönemlerdeki görevleri sıralanırken 'ihtiyaç sahipleri ve korunmasızlara yönelik yardım sağlamak, toplumda yardımlaşmayı geliştirmek, güvenli kan teminini gerçekleştirmek ve zarar görebilirliği azaltmaktır' görevleri arasında sayılıyor.
Dolayısıyla Kızılay yöneticileri açıkça tüzük ihlalinde bulundukları gibi üyesi olduğu Uluslararası Kızılhaç'ın kurallarına da aykırı davranarak bağışları nakde çeviriyor.
Ve pehlivan tefrikalarını aratmayacak rezaletler peşpeşe ortalığa dökülüyor.
2018 yılında Kızılay Yatırım Holding'in kurulduğu, Kızılay'ın tüm birikiminin bu holdinge aktarılarak içinin boşaltıldığı; içecek, sağlık, yapı, çadır ve tekstil, lojistik, kültür sanat, gayrimenkul ve sosyal danışmanlık alanlarında tam 9 şirketin faaliyete geçirildiğini öğreniyoruz. Kızılay'ın kamu hizmeti anlayışının terk edilerek şirketleştirildiğini, dolayısıyla depremzedeyi müşteri gibi gördüğünü, yöneticilerin de CEO olduğunu anlıyoruz. Daha acısı şu… Depremin üçüncü gününde bile yangından mal kaçırırcasına borsada işlem görecek yeni bir şirketi daha kuruyor.
Çünkü; kurulan her şirket partili yönetim kurulu üyelerinin hakkı huzur ücreti alması demek. Ne kadar şirket o kadar huzur hakkı.
Kızılay Başkanı Kerem Kınık ise infial yaratan skandalı pişkince savunabiliyor. Satış işleminin akılcı ve yasal olduğunu söylüyor. Hiç şaşırmıyoruz tabi ki… Her türlü insani değeri ayaklar altına alan, devleti şirket gibi gören bir zümreden başka türlü bir davranış beklemek saflık olurdu.
Şaşırmıyoruz, sadece kahroluyoruz.