Her yeni yıl geçen yılın kötümserliğinin iyimserliğe dönüşeceği ümidini taşır. 2025 yılı ortasına geldik. Ancak daha bu yıla girilmeden 2024’te ‘2025 daha kötü’ olacak yorumları yapılıyordu. Nitekim, bu yılın başından itibaren 2024’ü arayacağımız ortaya çıkmıştı.
Hatırlayın! 13 Şubat tarihinde Türkiye’nin sermaye kesimini temsil eden TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras, Kartalkaya’daki yangın felaketiyle başlayarak, “Ülke olarak moralimiz bozuk. Güven bunalımı yaşıyoruz” sözünü. ‘Güven bunalımı’ ifadesinin altında Kartalkaya’daki Erzincan İliç’teki, 6 Şubat depremlerinde hayatların kaybedilmesinde tek sorumlunun uygun yatırımların maliyet nedeniyle yapılmaması ve ‘denetimsizliğe’ işaret etmek amacıyla kullandığını biliyoruz.
Aras, ekonomiye ilişkin de önemli bir tespiti dile getirmişti. 2025 yılında enflasyonla mücadeleye uygun olarak kontrollü şekilde düşeceğini tahmin ettiklerini kaydetmişti. Maliye politikası kapsamında kamunun da özel sektör şirketlerinin de vatandaşlar gibi eşit düzeyde kemer sıkması gerektiğini vurgulamıştı. Ve “Enflasyonla mücadele için 2025 yılında kamuda yapılacak tasarrufun daha etkin olmasını bekliyoruz” diye üzerine basa basa çağrı yapmıştı.
Peki sermayenin en güçlü örgütünün başındakiler yeni yılla birlikte dile getirdikleri beklentileri konusunda en ufak bir adım atıldı mı?
Yılın ortasına geldik!
Yatırımcılar genelde yıla girmeden bir önceki yılın son aylarında pozisyon alarak hareket eder. Yıl içerisinde yapılacak yatırımın meyvelerinin ancak gelecek yıl alınacağını bildiği için bir önceki yılın son aylarında durumlarını netleştirir. Ancak gelin görün ki; 2025 için yatırım planlamaları 2024’teki ‘2025 daha kötü olacak’ endişeleri nedeniyle yapılamadı.
Dahası siyasi kararların yarattığı kötü bir ekonomik tablo da kucağımızda kaldı.
Merkez Bankası Başkanının geçen haftaki açıklamalarında; önümüzdeki günlerde nasıl bir gelişme olacağının kestirilememesi nedeniyle parasal sıkılaştırmada ‘ne kararı vereceklerini bilemeyen’ bir tablo sergilemesi gözlerden kaçmadı.
Öte yandan siyasette son aylarda yaratılan sıkıntının altında da siyasi karar merkezince ‘Nasılsa 2025 yatırımsız geçirilecek’ anlayışı mı var bilemedim? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Macaristan dönüşü uçakta, "Yeni Anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok. Atacağımız adımlarla ülkemizin itibarını nasıl yükseltiriz, derdimiz bu” ifadelerini ise ekonomik tablodaki sorumluluğun gereğini yerine getirme olarak yorumlayanlar oldu.
Kim neyin gereğini hangi duygularla yerine getirmeyi planladığı bilinmezliğini korurken, ekonominin dip durumu, lokomotif sektörlerde de etkisini göstermeye başladığı artık görülüyor.
Reel sektörde neredeyse 200 kadar iş kolunu hareket geçirdiği için lokomotif sektör olarak sayılan ‘İnşaat’ın en temel girdilerinden olan Hazır Beton Endeksi 2025 Nisan Raporu’na göre, inşaat sektörünün ‘Güven Endeksi’ndeki daralma dikkat çekiyor. Sektöre olan güvenin geçen yıla kıyasla gerilemesi, önümüzdeki dönemde inşaat sektörünün yine düşük performans ile hareket edeceğine işaret olarak yorumlanıyor.
Ekonomiye güvene ilişkin başka veriler de var. Mesela Hazine’nin düzenlediği 10 yıllık borçlanma ihalesinde faiz oranının yüzde 35’in üzerine çıkarak rekor kırması. Ülke risk primi olarak kabul edilen 5 yıllık CDS’in 300 baz puan civarında seyretmesi.
İşte bu seviyeler Türkiye’nin hâlâ yüksek risk grubunda değerlendirildiğini, uluslararası yatırımcı nezdinde ülkeye yönelik temkinli duruşun sürdüğünü ortaya koyuyor. Yine kredi derecelendirme kuruluşu S&P’nin Türkiye kredi notu değerlendirmesinde görünümü ‘durağan’da bırakması ve not artışı için özellikle ‘TL’ye güvenin yeniden inşası’ndan bahsetmesi dikkat çekmiyor değil.