Rayından çıkmış tren gibi uçuruma sürüklenen Türkiye'de son bir haftada olanları akılla, mantıkla ülke gerçekleriyle açıklamak neredeyse imkansız hale geldi.
Dolar bu yazının yazıldığı saatlerde 9.77 idi.
Merkez Bankası'nın faizlerde 75-100 puan indirime gideceği yönünde bir beklenti vardı, ancak herkesi şaşırtan, iktisatçıların bir türlü akıl sır erdiremedikleri biçimde şok indirime gidildi ve faizlerde 200 baz puan indirim yapıldı. Ondan sonra da doları tutabilene aşk olsun. Doları çıldırtan sadece Merkez Bankası'ndaki başkan yardımcılarının görevden alınması ve faiz indirimiyle sınırlı değil. Türkiye'nin, kara para ile ilgili olarak gri listeye alınması, 10 büyükelçinin Osman Kavala'nın serbest bırakılması konusunda açıklama yapması ve ardından Erdoğan'ın bu büyükelçilerin istenmeyen adam ilan edilmesi için talimat verdiğini söylemesiyle dolar adeta çıldırdı. Örneğin 11 Ekim'de 8.93 seviyelerinde işlem gören dolar kuru 18 Ekim'de 9.26'ya yükseldi. Bu yazı yazılırken de 9.77 oldu.
Dolar mı çıldırdı yoksa patron mu? Her ikisi de... İkisinin de harareti hayli yüksek. İktisatçılar, ne diyeceklerini bilememenin şaşkınlığı içerisinde ekranlarda 'Biz de anlamıyoruz' diyorlar. Onlar da havlu attı gibi. Piyasalar alev alev yanıyor. Halk kirasını ödeyemiyor, barınamıyor, ısınamıyor, en temel gıda maddelerine erişemiyor. Sosyal medya yardım isteyen, iş arayanların adeta feryat figanıyla dolu. Örneğin, Arapça ve İngilizce bildiğini söyleyen bir vatandaş, 'asgari ücrete bile razıyım' diye yazıyor. 'Ne olur şu faturamı ödeyin' diyenlerin haddi hesabı yok. Kadınlar, el becerisi ürünlerini gösterip, 'Kiramı ödeyemiyorum, evde yiyecek kalmadı, lütfen' çığlığı ile üç-beş kuruş kazanmaya çalışıyor. Sosyal medya hesabında askıya fatura koyan İlhami Işık adlı gazetecinin birkaç gün paylaştığı bilgiye göre tam 11 bin abonenin elektrik, su veya doğalgaz faturasının ödenmesine aracılık etmiş. Sanatçı Haluk Levent, yardım isteyenlerin hangisine elini uzatacağını bilemiyor.
Millet böyle perperişan halde kıvranırken iktidar cephesinde, önce pek anlam verilemeyen sonra da nedeni anlaşılan tuhaf bir rahatlık görüldü. Doların çıldırmasını önlemek şöyle dursun, tam tersine yükseltilmesi için çaba harcandığı eğilimi fark edildi. Nitekim sebebi hikmeti anlaşıldı. Zira, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanlarından Mücahit Birinci, dolar kurunun yükselmesinin avantajlarına dikkat çekti ve ihracatın rekorlar kırdığını anlata anlata bitiremedi. İktidarı destekleyen gazetecilerin yazdıklarına bakılırsa döviz kuru yükseldiği için ihracat artacak, ihracattan dolayı üretim ve yatırım cazibeli hale gelecek. Bu mantık şöyle devam ediyor. İhracatçının girdilerinin büyük bir kısmı ithalata dayalı olduğu için, yüksek döviz nedeniyle ithalat da daha maliyetli hale geleceği için ister istemez iç piyasadan tedarik yoluna gidilecek. Böylece faizlerin indirilmesi yatırım isteğini de güçlendirecek.
O halde, yüksek döviz politikası iş bilmezlikten ziyade bir tercih.
İşletilen mantık, ihracatçı ve her durumda daha fazla inşaat yapılması için destek mekanizmalarını sonuna kadar çalıştıran hükümet için doğru olabilir. Nitekim, daha dün üç kamu bankasıticari kredilerin faiz oranlarında ürün ve vade yapısına göre 200 baz puana kadar değişen oranlarda indirime gitti. Konutta 1 milyon lira altındaki kredi için faiz yüzde 1,29'a indirildi. Bu daha fazla konut satılması ve yenilerinin yapılması anlamına geliyor.
Ama sorun olan şu:
İhracatçı memnun kalabilir, müteahhitler yeni konut satacakları için mutlu olabilir. Kamu özel işbirliği ile yaptırılan garantili işlerin sahibi işadamlarının dolarlarına dolar katması da mümkün. Ama Türkiye, ihracatçı ve müteahhitlerden ibaret bir ülke midir? Türkiye'de kaç ihracatçı firma vardır ve istihdamı nedir? Türkiye'nin izlediği dış politikadan dolayı uluslar arası pazarlarda bir daralma yaşanırken, üretilen kime satılacak?
Daha da önemlisi, döviz yükselişinden dolayı satın alma gücünü kaybeden milyonlar, bu ekonomik düzen içerisinde hiçbir anlam ifade etmiyor mu?
Tercihe bakılırsa etmiyor.