Post-komünist ülkeler denilince akla ilk gelen Doğu Avrupa ülkelerinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından"Rusofobi" ve Rusya'ya ait olan her şeye karşı derin nefret duyguları belirmeye başladı. Bu süreci kolonyalist bir süreç olarak ele alırsak, Doğu Avrupa'nın bu duruşu aslında egemenlik haklarına karşı işlendiğini düşündükleri saldırı bir rejimin varlığından geliyordu. Bu elbette güç ilişkilerinin belirlediği ve "merkez" olana karşı duyulan öfke yeni bir şey değil. Ancak günümüzde dengeler değişiyor gibi gözüküyor.

1990'ların ardından Rusya'ya karşı adeta barikat kuran ve yeni bir demir perdeyi Avrupa Birliği ile çekmeye çalışan ülkelerde gerçekleşen siyasî değişkenlik ise oldukça şaşırtıcı. Bahsi geçen Doğu Avrupa ülkeleri özellikle Ukrayna Savaşı'nın ardından şaşırtıcı bir şekilde Rusya ile yakın ilişkiler kurmaya başladılar. 

Bu örneklerin başında Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti gelmektedir. Bu süreçte Polonya ile aralarının açılması ve siyasî perspektifi artık paylaşamadıkları göze çarpmaktadır. Asıl soru ise Doğu Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği ile bu kadar güç kazanıyorken neden yüzlerini Rusya'ya da dönme ihtiyacı duymaktadırlar? Bu sadece enerji ihtiyacından mı kaynaklanıyor? Avrupa Birliği'nin liberal politikaları ve bahsi geçen ülkeleri göçmen meselesinde sıkıştırmalarından mı? Otoriter eğilimleri ve yolsuzluk-özelleştirme süreçleri mi? Aslında görüldüğü üzere pek çok faktör var.

Ancak şu da bir gerçek ki yönünü tek bir yer olarak belirleyen ülkeler alternatifsiz kalmakta ve kendi manevra kabiliyetini daraltmaktadır. Bu sebeple başka bir karta sahip olmak her zaman avantajlıdır. Ancak yeni muhattaplar oldukça dikkatli seçilmelilerdir çünkü ülkenize nasıl bir etkide bulunacağını bilmediğiniz kitlelerle muhattap olmak her zaman bilinmez ihtimalleri de beraberinde getirecektir.

Örneğin otoriter bir hükümetle kurulan yakın ilişkiler bir ülkenin demokrasisi için tehlike yaratabilmektedir. Gerçekten devletler de devletlere baka baka kararıyor. Ölçülülükte fayda var. Özellikle Türkiye gibi bir konumdaki ülkeyi düşünelim, yönünü tek bir tarafa dönmesi zaten oldukça mantıksız olacaktır. Üstelik yeni gelen eskinin yarattığı kimliği sürekli yıkacak, toplum adeta "medeniyetler savaşını" kendi içinde deneyimleyecektir. Bu konuda nerede olduğumuzu ve ne istediğimizi netleştirmemiz oldukça önemli. Bana göre net bir yerimiz yok, olmaması ise avantajlı ve dezavantajlı. Yani yönümüzü sadece doğuya veya sadece batıya odaklamak Türkiye'nin kendi gerçeğinden oldukça uzak bir konumlandırmadır. 

Doğu Avrupa ülkeleri de bu alternatif arayışının daha kârlı olduğu kanaatindeler gibi gözükmekte. Bu da elbette bu ülkelerin halkları arasında derin bir kutuplaşmaya yol açıyor, ülkeler arasında da demiyorum, aynı ülkenin vatandaşları arasında... Rusya'nın etkisinin ne kadar süreceği yahut bunun AB'ye yönelik bir mesaj olup olmadığı konusu oldukça belirsiz. Ancak görünen o ki tek bir yere ait olup güçlü olmaya çalışmak yerine daha kompleks bağlar ile barış ve güç garantilenmeye çalışılıyor.