AKP’nin Türkiye’de kurduğu tahakküm vurgulanırken bazen bir tespit bazen de nostalji bağlamında “Eski Türkiye’den ne kaldı? Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet gazetesi ve İş Bankası” şeklinde bir kalıp cümle sıkça kurulur son zamanlarda…
Bunu söyleyenler, 1923’te kurulan Cumhuriyet’in çoktan yıkıldığını, yeni bir devletin kurulduğunu ancak eski Türkiye’ye ait bazı “kalıntı”ların hala var olduğu iddiasındadırlar.

Bir yanıyla, doğrudur bu…
Türkiye’nin geleneksel iç ve dış politikası tepetaklak oldu, 2000’li yıllardan itibaren yepyeni bir toplum yapısı ortaya çıktı, ülkenin siyasal, sosyo-ekonomik-kültürel dinamikleri tümden sarsıldı, değişti. AKP eliyle askeri ve sivil bürokrasinin gücü kırıldı ve iktidar tek bir kişinin varlığıyla ifade edilir oldu. Artık önemli/önemsiz bütün kararlar tek bir kişi tarafından alınıyor.
“Eski Türkiye” yok; amenna… Ama unutmamak gerekir ki, “yeni Türkiye”nin de adı konulmadı henüz. O ad konulduğunda Türkiye’nin bütün siyasal ve toplumsal tarihinin nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek bugünden imkansız olduğu gibi CHP’yi sıradan bir parti gibi görmek de bir o kadar yanlıştır. CHP, devlet kuran bir siyasi iradedir; dünyanın en eski partilerindendir dolayısıyla hafife alınamaz.

İktidarın CHP’yi bölüp parçalamaya dönük hamleleri de zaten onun kurumsal varlığında ifadesini bulan kurucu iradeyi etkisizleştirme düşüncesinden kaynaklanıyor. CHP, AKP’ye Cumhuriyet’i hatırlatıyor ve o gölgeden kurtulmak için yanıp tutuşuyor.
Çünkü, iktidarın babadan oğula geçtiği, bütün güçlerin tek bir sultan/halife/padişahta toplandığı, kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kalktığı bir düzen arzulanıyor. İktidar, bu amacına ulaşma bakımından çok büyük mesafeler aldı ama henüz menzile varıldığını söylemek de mümkün değil.
İşte o menzile, normal takvimi işlediğinde 2028 yılında yapılacak seçimle varılacak; dolayısıyla tarihimizin en kritik dönemecinde bulunuyoruz. Belediye başkanlarına operasyon, il başkanlığı seçimini son karar mercii olan Yüksek Seçim Kurulu’nun süreçleri tamamlanmış ve üzerinden yaklaşık 2 yıl geçmiş olmasına rağmen asliye hukuk mahkemeleriyle iptal ettirme, CHP Genel Merkezi’ni de kayyuma teslim etme planları sadece CHP’lileri değil, demokratik alanın tasfiyesi anlamına geldiğinden Türkiye’nin de kaderini ilgilendiriyor.

Dolayısıyla mesele, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını da yolsuzluk iddialarını da aşan bir noktaya gelmiştir…
Karşı karşıya olduğumuz tabloda sadece AKP ile CHP arasında bir siyasal rekabet sözkonusu değildir. Olsa olsa “ya Türkiye ya AKP” seçeneğinden söz edebiliriz.
Ya toplumsal desteğini kaybetmiş, meşruiyetini yitirmiş AKP’nin kendi bekası için yargıyı da araçsallaştırarak uygulamaya koyduğu siyasi entrikaları, operasyonları sineye çekeceğiz ya da CHP’yi savunarak eksiği gediği de olsa çok partili siyasi hayata dair birikimi, laikliği, yurttaşlığı, kadın-erkek eşitliğini kaybedip Cumhuriyet’in de gerisine düşeceğiz.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in CHP’nin diz çökmesinin Türkiye’nin çökertilmesi anlamına geldiğini söylemesi boşuna değildir. Çünkü bugüne kadar AKP, irili ufaklı pek çok partiyi ve muhalefeti siyasi operasyonlarıyla sindirmiş, siyasal alanı dizayn etmiş, bazı partileri tamamen etkisizleştirmiş bu sayede iktidarının beka sorununu çözmüştür.

Bugün artık son kale CHP’dir. O kale düştüğünde, Türkiye bambaşka bir rotaya girecektir.
İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, partililerin binaya sokulmaması, iç mekana el konulması çok partili siyasal yaşam adına utanç verici görüntülerdir.
Şimdi deniliyor ki, İstanbul CHP’ye yapılanlar, asıl filmin fragmanı…
Fragman bu ise filmi düşünemiyoruz.