Türkiye’de kökleri en az 400-500 yıl öncesine giden, bazı dönemlerde çok açık bir meydan okuma ve savaşa dönüşen zaman zaman sönümlenmiş gibi gözükse de kül içindeki köz misali hemen alevlenebilecek bir nitelik taşıyan sorun Aleviliktir. Osmanlı imparatorluk sistemi içerisinde hiçbir statüsü bulunmayan, “mülhid”, “mürted” denilerek siyasal, sosyo-ekonomik ve dinsel açıdan dışarıda tutulan Aleviler, ne yazık ki Cumhuriyet döneminde “yurttaş” kabul edilseler de makbul yurttaş olamadı. Hem devlet hem toplumsal yapı, Alevi varlığını kabullenmedi, bu mezhepsel gerilimi aşamadı.
Çok değerli akademisyenlerimizden Cemal Salman’ın “Lâmekandan Cihana& Göç Kimlik Alevilik” adlı kitabında Fransız araştırmacı Elise Massicard'a atıf yaparak aktardığı ilginç bir anı yeralır. Massicard, 1950’lerden itibaren ilk defa kamusal hayata dahil olmaya başlayan Alevilerin, şehirlerde görünürleşmesini ve bunun yarattığı etkiyi Sivas’tan örnekler:
“1950’lerde Aleviler Sivas’ta dükkanlar açmaya başladılar. Bu daha önce görülmemiş yeni bir olaydı. Hatırlıyorum, benim babam Sivas’ta çarşıda bakkaldı. Bir gün, 1960’ların başında, bir Alevi gelip çarşıya bir bakkal dükkânı açtı. Esnaf cemiyeti ne yapacağını bilemedi, birbirlerine danıştılar: Alevilere de mi aynı kuralları uygulayacaklardı”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve seçimden sonra yürüyen tartışmanın esası işte bu örnekteki esnaf cemiyetinin tutumundan ibarettir; yani Alevilerin eşit haklara sahip olup olmadığıdır. Hakim dinsel tahayyül ve bu tahayyülün siyasal alana uzanan yansımasında “Aleviler de mi Cumhurbaşkanlığına veya milletvekilliğine aday olup seçilecektir?” anlayışı yatmaktadır.
Zaten, İYİ Parti çevresinde dillendirilen “kazanacak aday” formülü ile “Bir Alevi’den Cumhurbaşkanı adayı olamaz” denilmek istenmiştir. Lütfü Türkkan, Cihan Paçacı, Yavuz Ağıralioğlu gibi isimlerin mezhebi kimliğinden dolayı Kılıçdaroğlu’nun seçilemeyeceğini açıkça ifade etmeleri, geleneksel Sünniliğin refleksiydi. Üstenci, kibirli, kendini “biricik hakikat” olarak gören, eşitlik düşüncesini hazmedememiş bir reflekstir bu. Demek istenilmektedir ki, “her ne kadar yasal mevzuatta belirtilen bütün koşulları yerine getirmiş olsa bile bir Alevi cumhurbaşkanı adayı olamaz, olsa da kazanamaz”
“Kılıçdaroğlu, çok dürüst, çok barışçıl, çok uzlaşmacı, birleştirici ama Alevi” kalıbı, yüzyılların bütün irinini içinde taşıyor. Nitekim, Orta Anadolu ve Karadeniz dindarlığının/milliyetçiliğinin Kılıçdaroğlu’na oy vermemesi, 21 yıllık yağma ve talan düzeninden yana tavır takınması, yoksullaştıran, sefilleştiren bir ekonomik yapıya, adaletsizliğe, baskıya rağmen dindarların temsilcisi konumundaki AKP’yi ve Erdoğan’ı tercih etmesi, Amin Maalouf’un ifadesiyle kimliğin ölümcülleşmesidir.
Utanç verici ve milyonlarca Alevi’yi incitici, son derece hoyrat, ayrımcı tutum ve söylemler, seçim bitmesine rağmen hala devam ediyor. Her yenilgi tartışmaları tetiklediği için CHP ve Kılıçdaroğlu hedefte şimdi. Başarısızlığın bütün faturasını Kılıçdaroğlu’na ve onun Aleviliğine kesen bir takım aklı evvellerin çok sinsi bir propaganda yürüterek CHP’deki tartışmayı CHP=Aleviler mutlaklığı içerisinde ele almaya çalışmaları dikkatlerden kaçmıyor. Köşe yazılarında sürekli biçimde CHP’nin Aleviler tarafından ele geçirildiği iddiasında bulunmak cehalet değilse art niyetliliktir. Çünkü, Alevilerin, mevcut siyasi partiler içinde CHP’ye daha çok oy verdikleri doğrudur ama sundukları kitlesel destek ile partideki siyasal temsiliyetleri arasında çok büyük orantısızlık sözkonusudur.
Son seçimde CHP’den seçilen Alevi vekil sayısının 30 civarında olduğu tahmin ediliyor. Millet İttifakı olarak CHP listelerinden 167 milletvekili çıkarıldı; CHP dışında, 6 partiden 39 milletvekili meclise girdi.
Bu 167 içinde 25-30 Alevi milletvekili olması, CHP’yi Alevi partisi mi yapıyor şimdi?