Kural ihlali yüzünden kafa kafaya çarpışan iki aracın çevresinde kümelenmiş kalabalığı görünce 'ne kadar meraklı bir toplumuz'' diye geçirdim içimden.
Bir yandan iki sürücünün birbirlerini suçlarken büründükleri sinirli hallerin hangi noktalara ulaşacağını tahmin etmeye çalışanlar, öte yanda çarpışmanın şiddetiyle kaportaları çökmüş araçları hasar tespit uzmanı edasıyla inceleyenler.
Az ötedeki ana caddede klakson çalarak ilerleyen araç konvoyunda gelinle damadı görebilmek için pencerelerden yarı bellerine kadar sarkan insanlar…
Merak bu…
Doğuşla başlayıp, ölümle sonlanan bir duygu
Canlıları yeni şeyler öğrenmeye yönlendiren bir his…
Türk Dil Kurumu'nun Büyük Sözlüğü'nde ''merak''ın tanımı şöyle yapılıyor:
-Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek.
-Bir şeyi edinme, yapma, bir şeyle uğraşma isteği.
-Düşkünlük, heves,
-Kaygı, tasa.
Ne var ki, öğrenmeye yönelik merakımız bu tür olaylarla sınırlı kalıyor çoğunlukla.
Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerle ilgili olarak, aynı meraklı tavrı sergileyemiyoruz.
Eller aya giderken, biz neden yaya kaldık diye merak etmiyoruz.
Yabancı ülkelerin metrolarını dolduranlar, kısa süreli bu yolculuklarında bile ellerinden kitap düşürmezken, biz bir türlü okumaya neden merak salmıyoruz?
'Merakı olmayan, hiçbir şey öğrenemez'' diyor ünlü filozof Goethe.
Merakı, kaza yapan araçlarla, düğün konvoyundaki gelin ve damatla sınırlı tutmamak gerek.
Aydınlığa giden yol öğrenmekten,
Öğrenmenin yolu da meraktan geçiyor.
Hadi bakalım.
Önümüzde uzun bir yol var.