Ben, şişkin "ego" luları sevmem. Kendilerini dev aynasında görürler. Tevazudan eser yoktur onlarda. Hep benle başlayan konuşmalarla belli ederler kendilerini. Sanki dünyayı onlar yaratmıştır. Böylelerin gördükçe kahrolurum. Hani dilimizde bir söz vardır ya: “Pek mağrur olma Padişahım senden büyük ALLAH var” dedirten türden sayarım onları. Kibir yüklüdürler kasım kasım kasılırlar. Kasıntı abidesidirler. Adeta onlar varken kimseler yoktur ortalarda. Bir haşmet bir haşmet âdeta ulaşılmazlardır. Kendini beğenmişlik insan eylemlerinin en saçması, en aptalcasıdır. Kişiler, çok haklı gerekçelerle olsa bile, kendini övmenin cazibesine kapılmamalıdır bana göre...

Güzel günlerimizi farkında olmadan yaşarız; ancak kötü günler geri geldiğinde, güzel günleri yeniden isteriz. Binlerce neşeli, hoş saati, asık suratla, tadını çıkarmadan geçiririz ve daha sonra, en sıkıntılı zamanlarımızda, boşuna bir özlemle o günleri ararız. Bunun yerine, şimdiki anın ve geçip gitmesine kayıtsızca göz yumduğumuz ve üstelik bir de sabırsızca ertelediğimiz gündelik olayların bile değerini bilmeliyiz diye düşünüyorum. Tam da şimdiki anı, geçmişin sahnesine geçtiği bu andan itibaren, ölümsüzlüğün ışığıyla ışıldayarak bellek tarafından korunacağını ve günün birinde, özellikle kötü bir zamanda, belleğin perdeyi araladığı sırada, en candan özlemimizin nesnesi olarak ortaya çıkacağını hiç unutmamalıyız.

Hep şunu ifade ederim siyasetçi içi boş ifadelerle konuşmamalı,  dilinde öfkeye ve argoya yer olmamalı. Siyasetçi sağduyulu olmak, sağlıklı düşünmek ve doğru zamanda doğru yerde doğru kararlar vermek durumundadır. Bir söz şöyle diyor: "Dünyadan sağ salim geçebilmek için, beraberinde büyük bir özen ve hoşgörü yedeği bulundurmak yararlı olur: Birincisi sayesinde zararlardan ve yitimden, ikinci sayesinde de tartışma ve kavgadan korunulur."

Türkiye’de öyle çok sorunla karşı karşıyayız ki kimi ekonomik güçlükleri, hayat pahalılığını, işsizliği, yüksek enflasyonu, döviz kurunu, kimileri de iç ve dış terör tehdidini, yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ortadan kalktığını filan söyleyebilir. Hatta kimisi de “Bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliğinden, ilkokul düzeyindeki eğitimin bile yetersizliğinden, kalitesizliğinden” yakınabilir. Ne zaman TV kanallarını açsam, sabah gazetelerimi alsam yıkılıyorum. Bu ülke bizim mi nasıl dehşet toplumu olduk, yokluk-yoksulluk-açlık sınırları giderek yükseliyor, yolsuzluk-cinayet-kapkaç ve kundaklama haberleri bir karabasan gibi çöküyor üstümüze…

Bu ülke insanı ne acılar gördü, nelere katlandı ama sabır, dayanç, metanet, paylaşma ve sevgiyle teselli buldu. Hep mağdur edildi. Yolunu bulanlar ihya oldu, bulamayanlar enayi yerine konuldu. Onurunu, namusunu, ülkesini korumak için ödünsüz bir yaşamın kurbanı oldu. Ulusal çıkarlarda birleşen halka karşın, siyasetçiler partisel ve kişisel çıkarlarda gözünü budaktan sakınmadı.

Şimdilerde seçim sath-ı mailindeyiz, böylesini hiç yaşamadık. Ülkenin bugün içinde bulunduğu durum; hassas dengelerle sadece iktidarı koruma savaşımına döndü.1 Nisan sabahı ülke gerçek bir demokrasi sınavı vermiş olacak; ya da demokrasi yenik düşecek. Lades gibi bir durum yaşıyoruz anlayacağınız. Bunu sakın 1 Nisan şakası olarak kabul etmeyin; hani Fransızların deyimiyle Poison d’Avril. Yani nisan balığı haydi rastgele…