Bir eylüldü başlayan içimde.
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını.
Çimenler sararmıştı.
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin.
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı.
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara.
Deli deli esiyordu rüzgâr.
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa.
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar…diyordu Ümit Yaşar Oğuzcan ‘‘’Ben Eylül Sen Haziran’’ isimli şiirinde …
Eylül Güz'ün ilk ayı. Hep hüznü çağrıştırır bize. Çağrışımlar ayıdır Eylül. Yaza veda Eylül’le başlar. Oysa, onun da coşkulu, sevinçli, mutlu günleri vardır. Nedir ki, adı böyleye çıkmıştır Eylül'ün. Demek ki ayların da bir kaderi var, insanlar gibi...
Eylül'ün bende çağrıştırdıklarını anlatmak istiyorum. Her şeyden önce, Mehmet Rauf'un bir romanını hatırlatır bana. Yeğenimin işlettiği Cafe'nin adı da Eylül'dü. Yanılmıyorsam Ahmet Telli Kitapevi'ne de bu adı vermişti. Gençliğimde Gina Lollobrigida'nın filminin adı da “Eylül’de Gel’’ (Come September) idi. Türkçesini Alpay söylemişti. Hatta ikmale kalanlara da “Eylül’de Gel’’ derdi öğretmenlerimiz…
Ne zaman bu şarkıyı dinlesem ağaçların yeşilden sarıya boyanmaya başladığı, kuruyan yaprakların rüzgârlar önünde uçuştuğu, tatilcilerin yuvalarına kavuştuğu ya da tatil beldelerinin ıssızlaşması gelir aklıma. A. Nevzat Odyakmaz, İsmet Kemal Karadayı, Bilal Kayabay, Özdemir Asaf da Eylül şiirleriyle belleğimdedir hep…
Eylül, okulların açıldığı, öğrencilerin okula, öğretmenine: öğretmenlerin öğrencilerine kavuştuğu aydır. 12 Eylül darbesi de çağrışımlar arasında yer alır ve bir karabasan gibi çökmüştür üstümüze: Ölümler, hapisler, kitapları yasaklama, yakma dönemidir. Anımsamak istemediğim bir olaydır o da 12 Mart gibi...
Bir şarkıyı anımsarım hep: "Düşen bir yaprak görürsen/Beni hatırla demiştin. Biliyorsun seni ben / Bir sonbaharda sevmiştim..." ve ardından, Nat King Cole’u çağrıştırır ‘‘Autumn Leaves’’ şarkısıyla. Yine O Henry'nin ‘‘Son Yaprak’’ adlı öyküsünü de anımsarım: Hani hasta, her sabah penceresinden bir tek sarı yaprak olan ağaca bakar. Baktığı o yaprak yaşam ümididir adamın. O yaprak düştüğü gün, o da ölecektir. Ama düşmez, çünkü onu yaşatan o yaprak, yapmadır. Ağaçlar gibi ayakta ölmek duygusu verir bana bu öykü…
T.S Elliot mu, Ezra Paund mu, hangisi demişse; "Eylül ayların en kahpesi'’ymiş, ölümler peş peşe geldiği için. İçinde ölüm varsa, hangi ay kahpe değildir ki! Hani Hasan Hüseyin Korkmazgil: "Haziran’da ölmek zor" demişti ya; "Ben onu mevsimlere uyarlıyorum. Yaz'ın ölmek zor da güz'ün ölmek kolay mı? Değil kuşkusuz. Ama en zoru kışın ölmek. Ölenden çok da gömütlüğe gidenlere özgü bir zorluktur bu...!
Her Eylül gelişinde, şimdi ah Yedigöller'de olmak vardı derim. 38 yıldır gidemedim. En son gidişimde şiirlerini yazmıştım o güzelliğin. Ama şair Ümit Yaşar’ın şu dizeleri hâlâ usumda: "Yedigöller'de yedi iklim yaşadık / Mutluyuz öylesine, fakat ne yazık / Ki gelemez bir daha böyle bir sonbahar / İnsan ömründe bu saltanatı bir defa yaşar. Evet, Yedigöller bir renk cümbüşüdür: kırmızısı, sarısı, bakır çalığı, yeşili büyüler her göreni. Ağaçlar mevsimlerin şarkısını söyler karşıki yamaçlarda. Fısıltıları ile göklerle kucaklaşmış gibidir dalları...
14 Eylül 1966 günü Anafartalar’da (Ankara) bir kuyumcuda nişan yüzüklerimizi takmıştık. Özcesi yalnızca hüzün değil sevinç, coşku, mutluluk, mürüvvetler de var Eylül’lerde. Her mevsimin kendine özgü rengi vardır diyor Melek Altun, “Nisan yeşille, eylül sarıyla, aralık beyazla özdeştir’’. Elinde değildir akşam serinliğinde üşürsün. Eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur diyordu ya Attila İlhan. Bolca düşünceler, keşke ve acabalar en çok bu mevsimde kendini hissettirir. Eski günlere duyulan özlem, yaşananlar için yapılan muhasebe hep bu mevsime özgüdür…
Günler akıp gidiyor. Zaman bir su gibidir, yaşanan bir daha yaşanmaz... Adı ne olursa olsun, her ay, her gün mutlaka hakkı verilerek yaşanmalıdır. Kuşkusuz, acısı, tatlısı, hüzünlüsü, mutlusu da var ayların. Önemli olan yaşadığımızı duyumsayarak geçirmektir zamanı…