Zordur ayılar ile birlikte yaşama sanatı… Her eşitsiz ilişkide zorbalaşan, her kibarlıkta tahakküm veya emir hakkını kendinde gören, kendince hiyerarşik bir ilişki kurmadan var olamayan insanlarla yaşamak çok zordur. Hassas ve kendini bilen insanın kendiyle sürekli yüzleşmesine sebep olur böyleleri. Kaba ve yontulmamış insan adeta bir kıymık veya diken gibi sürekli batar etrafına, battıkça kendini güçlü sanar oysa ne yabanidir…

Öte yandan kendini bilen insan sürekli şu ikilemdedir: Kendisi gibi kibar ve insan onuruna yakışır şekilde davrandığında suistimal edilmektedir, ki bu onu “Acaba ben mi safım veya çok iyiyim?” sorusuna yöneltir. Bu sorunun sonucunda ya içine kapanıp yabanileşir, sınırlarını çizmek uğruna huysuz bir tavır takınır bu kişilere karşı ya da bu davranışını ve iç muhakemesini sürdürmeye devam eder. Sağlıksız olan zorbaların davranışlarıyken kendisini sorgulayan hep sağlıklı insanlar olmaktadır… İşte bu yüzden çok zordur ayılarla birlikte yaşamak ve ayılaşmamak, çünkü bir ayı sizi de ayıya çevirene kadar durmaz…

Toplumumuzda yerleşmiş tipik davranış kalıplarına bakalım: Ya bu zorbalıklarla var olan “uyanıklar” -ki bu bence güçsüzlüğün asıl beyanıdır- ya da kurban psikolojisinden çıkamayan ve aslında mağdur olmadan var olamayan kurbanlarla doluyuz. Buradaki hiyerarşik ilişki yerleşmiş bir kabulleniş yaratır, özellikle önceki nesillerle muhattap olduğumuzda bu hiyerarşinin açtığı yaraları, kompleksleri ve alışılagelmiş çaresizliği görürüz. Aslında bu hiyerarşiye biraz daha mercekle baktığımızda gördüğümüz şey ataerkilliktir. Böyle bir toplumu normalleştiren, eşitsizliğin doğallığını savunan zihniyet herkese geçmişte dövemediği eşşek için semerini dövmeyi normalleştirir.

Bu şiddet boyutu aktif yani doğrudan şiddet olabileceği gibi, mobing gibi daha sinsi şekilde de kendisini belli edebilir. Tuhaf olan şudur ki kimse kendine eziyet edenden hesap sormaz, onun hıncını gelecekte kendisinden daha narin gördüğü veya doğrudan bir eşitsizlik ilişkisi içerisinde bulunduğu insandan çıkarır. Bu yüzleşemeyiş yetersizlikten veya korkaklıktan değil çoğu zaman mecburiyettendir. Patronunuzla yüzleşemezsiniz, kocanızla yüzleşemezsiniz, anne babanızla yüzleşemezsiniz… Bu mecburiyet önünde sonunda sizi de vahşileştirir. Sonrasında bilindik senaryo gerçekleşir ve gücü gücüne yetene anlayışının yerleştiği hiyerarşik bir toplum yaratılır.

Bir eşitsizlikten bahsettiğimizde aklımıza gelen tipik kalıplar vardır: patron-işçi, kadın-erkek, aile-çocuk… Ama bu hiyeraşi sandığınızdan çok daha kılcaldır. Herhangi bir dini veya etnik azınlık, eşiti gibi görünen ancak farklı sosyal sınıflardan ve haliyle eğitim seviyelerinden gelen arkadaş grupları, hatta bazen güzellik bile bu hiyerarşiyi yaratır. Bunu belirtme sebebim bazen dengimiz sandıklarımızla da eşit bir konumda olmayabiliriz ve bu da farkında olmadığımız bir eşitsizlik ilişkisi yaratabilir, bu tip ilişkilerde zorbalandığınız bir durum varsa evet bu da bir eşitsizlik minderidir.

Son olarak ilk eğitim hep ailededir ve benim söylemek istediğim bir çift söz var: Çocuklarınızı uyanık yetiştireceğim derken zorba geçimsiz insanlar yaratmayın. En iyi yetişmiş çocuk sınırlarını çizmeyi bilen ve bunu yaparken empati yeteneğine de sahip olan çocuktur. Önceki nesiller için ne yazık ki çok geç ancak yeni nesillerin mimarı olmak bizlerin eline. Çocuğunuzun arkadaşlık etmesini istemeyeceğiniz bir çocuk yetiştirmeyin yeter…