Yıllardır konuşulurdu ama belgelendirmesi bugüne kadar mümkün olmamıştı. Neredeyse herkesin bildiği bir sırdı bu. Fakat her sırrın ifşa olduğu bir an vardır ya, deneyimli gazeteci medya ombudsmanı Faruk Bildirici de, herkese malum olanı belgeyle ilan etti. Böylece bizim medya tarihimizde de tarihi bir işe imza atmış oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a veya kabine üyelerine sorulacak soruların da cevapların da önceden gazetecilere verildiği epeydir dillendiriliyordu. Bildirici, ABD ziyaretinden dönen Erdoğan'ın uçağının havalanmaya hazır olduğu saatlerde gazetecilerin soracakları soruların liste halinde kendisine geldiğini açıkladı. Herhangi bir tartışmaya, belirsizliğe meydan vermemek için de sorular hakkında iki arkadaşını bilgilendirdi. Yani olaya şahit buldu ve beklemeye başladı.
Sonunda Erdoğan’ın uçağındaki medya temsilcilerinin hangi soruları soracağının önceden belirlendiği açığa çıktı. Çünkü, Bildirici’ye ulaşan sorularla Erdoğan’a yöneltilenler arasında fark yoktu.
Kendisine “gazeteciyim” diyenin belgelenen bu mesleki etik dışı olay açığa çıktığında utanıp, bir kenara çekilmesi, yüzünün kızarması gerekir ama bu değerler çoktandır Türkiye’de tedavülden kalktığı için herkes işine devam ediyor. Mahcubiyeti bir kenara bırakın mızrağı çuvala sığdırmaya çalışıyorlar ve savunma pozisyonuna geçiyorlar. Örneği de Ahmet Hakan… Kendisini eleştirenlere yanıt verirken şöyle diyor:
"Yöntem şu: İletişim Başkanlığı, gazetecilere 'Hangi soruları soracaksınız' diye soruyor. Bunun amacı da belli: Mükerrer soru olmasın, sorular hep aynı konuda olmasın, sorular çeşitlensin. Soracağımız soruyu özgürce, hiçbir kısıtlama olmaksızın iletiyoruz İletişim Başkanlığı’na. İletişim Başkanlığı da sorulara asla müdahale etmeden bir sıralama yapıyor. Basın toplantısında da Cumhurbaşkanı’na dilediğimiz gibi soruyu soruyoruz. Bazen araya girmeler de olabiliyor."
Ahmet Hakan, medya üzerinde kurulan baskıyı, tahakkümü ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın beyhude… Sadece, medya tarihinin utanç sayfalarında yer alabilecek bir savunma bu. Sanki gazeteciler aptal da sorulmuş bir soruyu tekrar soracaklar öyle mi? Söylediklerinde düpedüz itiraf var. Yani şecaat arz ederken sirkatin söylemiş.
Şöyle bir mekanizma çalışıyor:
Lütufla uçağa binecek gazeteciler önceden belirleniyor ve önceden soruları alınıyor. Elbette ki, sorular İletişim Başkanlığı’nın süzgecinden geçiyor. Hangi soru kim tarafından ne zaman sorulacak belirleniyor. Aynı şekilde alınan yanıtlar da yine kontrolden geçtikten sonra gazetecilere dağıtılıyor.
Şimdi anladık mı? İktidar yanlısı bütün gazete ve televizyonlarda, sosyal medyada bütün manşetlerin birebir neden aynı olduğunu… Hürriyet, hangi manşeti atmışsa virgülü bile değişmemiş şekilde Yenişafak’ta, Sabah’ta, Milliyet’te, Akşam’da vs ve bütün televizyonlarda aynısını görüyoruz.
Çok zahmetsiz, son derece konforlu bir gazetecilik sergileniyor. Çünkü Bildirici’nin aktardığına göre uçaktaki sohbetin deşifresini bile İletişim Başkanlığı yapıyor. Diyor ki, “Uçaktaki sohbeti gazeteciler değil, İletişim Başkanlığı deşifre ediyor; uçak indikten saatler sonra düzeltilmiş, temizlenmiş ve onaylanmış metin gazetecilere dağıtılıyor. Gazeteciler de o metni haber yapıyor.”
Gazetecilere ise uçakta poz vermek, yani konu mankenliği yapmak kalıyor.
Bizim basın tarihimizde sansürün ağır bir şekilde yaşandığı dönemler oldu. Darbe zamanlarında haberlere müdahale edildiği de malumdur. Ama böyle sistematikleştirilmiş, normalleştirilmiş, içselleştirilmiş rezil, çürümüş, yozlaşmış bir medya düzenine hiç mi hiç rastlamadık.
Gazeteci kamu adına iş yapar ve görevi de gerçeği ortaya çıkarmaktır.
Gerçekler onaylanmış soru ve cevaplarla öğrenilebilir mi?